Günümüzde değişik bir gençlik yetişti, daha doğrusu yetiştirildi. Batı hayranlığı ile yetişen bu gençlik baştan sona kendi öz kültür ve değerlerinden utanır halde. Yaratılış amacını bilmeyen, hayâtını, hayallerini, bir takım geçici heveslere bağlayan bir gençlik bu. Yazık! Gençlerimizin dikkatini müziğe çektiler. Dansa eğlenceye... İçkiye kumara... Anlamını dahi bilmediği çeşit çeşit müzikleri sevmelerini emrettiler. Sonuçta dinini, imanını, ailesini hatta yaşamayı bile sevmeyen bir gençlik çıktı ortaya. Öyle bir gençlik ki, hayatı tozpembe gördüğü için aklından çok hissiyatını dinliyor, nefsanî yaşıyor.

Lezzet diye tattığı şeyler hüzün ve gam içeriyor âdeta. Boş hayallerin esiri olup, gerçek sevgiliyi ve mutluluğu bulamadığı için, en verimli olduğu zamanını bedbaht, tükenmiş, işe yaramaz hale terk ediyor. Geçici heveslere kapılıyor. Sonuçta bunların uğruna gönlü perişan, mutsuz ve gayesiz oluyor. Kalbi kırılıyor. İhtiraslara kurban gidiyor. Sonunda bunalım içerisinde maneviyattan yoksun ve geri kazanım yollarını kaybetmiş yani düştüğü yerden kalkabilme dirayetine sahip olamadığından da önüne ne getirilirse ahlakını, namusunu ona göre şekillendiren nesiller yetişti.

Tek ihtiyacının”madde” imişçesine yaşadığından, maneviyatı ihtiyaç olarak hiç görmüyor bile. Sonuçta yapılan istatistikler ve araştırmalara göre; İntiharlar, uyuşturucu bağımlısı olma, birtakım sapıklıklar, ruhî bunalım, kalben tatmin olamamak… Tüm bu durumlar manevi ahlaktan yoksun yaşamanın ağır bedelleri oluyor.
Peki, çaresi nedir? Çaresi gençlerimize korkmadan yaklaşıp, Allah için bildiğimiz doğruları anlatmalı,”banane” deyip kafamızı yana çevirmemeliyiz. Çünkü sorumluyuz, son ana kadar doğru bildiğimizi anlatmalıyız. Yaban ellere bırakılan gençlik ahrette en önce camilerde en ön saftaki hacı amcaların, çarşaf giyip ”şu veya bu cemaatin ”hanımlarının yakasına yapışacak. Bunları düşünerek hayatımızı iman ışığı ile aydınlatıp canlı tutmalı, yüce Allah (c.c)’ın emirleri ve yasaklarıyla yaşantımızı süslemeliyiz. İman sahibi bir insan için hayatın her anı, her dakikası lezzet ve huzur doludur. Bunun için imanda kuvvetlilik önemli olmakla birlikte, ufak manevi kırıntılarda bizi mutlu eder. Çoğu insan dini gereksiz görmekte, hatta eski zamanlarda insanı dine inanmaya sevk eden pek çok sebebin bugün için bilim tarafından giderildiğini düşünmektedir.

Sonunda genç yaşlı herkes bir ikilem içinde bırakıldı. Yaşlılarımızda geçmişini sorgular hale getirildi. Zamana uysun mu, uymasın mı? Kendisine paket halinde sunulmuş günümüz hayatına göre mi yaşamayı tercih edecek, yoksa dünya ve ahret saadetine giden yolumu seçecek? Herkes için zor zaman vesselam. Okadar çok hengâmeler çıkmazındayız ki, çağımızın toplayıp getirdiği yoğun kirlilikler arasından düzgün taneleri ayırt edebilmek için hangi manevî değerleri kullanacağız? Neyin doğru ve dikkate değer, neyin de yanlış ve dışlanmış olduğuna karar vermede temel kıstas ve tek ölçünün Kuran olduğunu unutmayalım inşallah. Unutanları kınamayalım, dua edelim. Bilse kendine bunca kötülüğü yapar mı?

Allah (c.c) gençliğini İslam dinine uygun olarak geçirenlerin, kıyamet gününde çok büyük mükâfatlara nail olacağını ve özel bir bölgede gölgeleneceklerini vaat buyurmaktadır. Efendimiz (s.a.v) ise, “haramlar karşısında kapanmasını bilen göz, kıyamet günü ağlamayacaktır.” Müjdesini vermektedir.

Yapılan ibadetin büyüklüğüne gelince “Gencin namazı bütün âleme ışık saçan bir güneşse, ileriki yaşlardakilerin namazı bir mum ışığı misali gibidir. Ona göre düşünmemiz gerekmektedir. Hepimiz aşağı yukarı her şeyin fiyatını biliyoruz. Fakat hiçbir şeyin değerini ve kıymetini bilmiyoruz. Her şeyi madde ile ölçer tartar hâle geldik. Tabiri caizse maddeye esir olduk. Madde ile boğulan imdat çığlıklarına yine madde ile cevap vermeye çalışan ve her defasında hüsrana uğrayan biz olduk. Serabı su zannedip, geçici olan bu dünyaya bağlanıp devamlı olan ahreti unuttuk. Başta kendimizi, yaratılış gayemizi unuttuk. Bizim için bu âlemi donatanı, rızıklandıranı, bir salisede canımızı alacak olanı unuttuk.

Allah (c.c) “bu dünya hayatı bir eğlenceden ve bir oyundan başka bir şey değildir. Ahret yurdu ise, şüphe yok ki, gerçek hayatın ta kendisidir. Bunu bilmiş olsalardı...”buyuruyor(Ankebut 64) Evet genç kardeşler. Bizim gerçek hayatımız Ahiret hayatıdır. Ölümün insanları ne zaman kucaklayacağı belli olmayan şu dünyada, hayatımızın baharı olan gençliğimizi heder etmeyelim. Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, söylemememiz gerekirken söylediklerimizden… V.S sorumluyuz.

Allah(c.c) ve rahmeti hepimizin üzerine olsun. Sevgi ve muhabbetlerimi sunar, zülfi yâre dokunup incittiklerimiz varsa hakkını helal etsin. Her şeyi başta kendi nefsimize sitemle yazdık.

AYŞE BAY