Başbakan’ın, orduyu örselemekte fazla ileri gidildiğini, komuta kademesinin yakasının bırakılması icap ettiğini ve orduya reva görülen bunca menfi muameleye; “Artık dur!..” denmesi zamanı geldiğini beyan edişinin üzerinden daha on gün geçti, geçmedi… Gazete ve televizyonlarda sersemletici haberler: şu kadar general, bu kadar subay… Şu kadarı muvazzaf, o kadarı emekli… Celp, muayene, nezaret, ifade ve bilmem kaç adedi tevkif… Ve bir bölümü serbest…

Soylu milletle, Peygamber Ocağı aziz ordusu arasındaki mesafeyi uçurumlaştırırcasına açarak, sonunda milli ıstırapların en fecisine yol açması ihtimalini doğurabilecek bu tırmalamaya lüzum var mı ?.. Yok mu?.. Orasına karışmıyor ve her vatandaş gibi adalete intikal etmiş bu mevzuda hiçbir fikir beyanına yaklaşmıyoruz… Her sınıf ve zümrede suç ve suçlu varsa, adalet önünde hesap vermesi kadar tabii bir şey düşünülemez…

Bizim üzerinde dikkatle durduğumuz, tatbikatın edası ve üslûbudur…

Devletin herhangi bir kolunda ve şubesinde, cürüm şebekeleri dalbudak halde devlet ehramını sarmış olabilir.. Ve bir gün hakkın ve adaletin pençesine yakalanabilirler… İçlerindeki, elebaşılar, cürmün failleri, destekçiler, yatakçılar, tedarikçiler ve hasbel tesadüf işe bulaşmışlar elenir, ayıklanır ve icap eden yapılır…

Bütün bunlar olup biterken, sükûnete, huzurun bozulmamasına azami itina göstermek varken, ısrarla ve inatla gümbürtülü yollar tercih ediliyor… Tamtam curcunasından beter kirliliğe sebep veriliyor… Devlete, orduya, vatana ve millet düşmanlarına taarruz ve tahrik fırsatı veriliyor… Kendimizi başka devletlere şikâyet ediyoruz adeta…

İçimizdeki bazı mandacı kalemler ve ekranlar, general ve subaylara yapılan baskınları, aramaları, nezaretleri, ifadeleri ve tevkifleri sanki allayıp pulluyor ve sanki bir yerlere tekmil verircesine sunuyorlar…
Bu hatalı tatbikatın, millî irade emrindeki hükûmeti, hükûmet emrindeki orduyu birbirine ve her ikisini de millete düşman kılma felâketini doğurma ihtimali vardır…

Soylu milletimizin imanlı kudret yumruğu Orduyu, dışarıya saldırıya ve dışarıdan gelmesi muhtemel saldırılara karşı müdafaaya hazırlamak, teşvik etmek, vatan ve millet hizmeti şevki ve heyecanı ile gıdalandırmak yerine, onu örselemek, muazzez Mehmetçiğin, dosta güven düşmana korku veren vasfını zedeler ve askeri, harp edemez hale düşürür…

Türkiye Cumhuriyeti devlet ehramını korumak makul ve muteber muvazenesini yeniden inşa etmek ve soylu milletin, millî irade mümessili hükümet, millî dimağın emrindeki yumruğu Kahraman Ordusu ile bölünmez ve sarsılmaz bir bütün olduğunu cihana göstermek borcu ile karşı karşıyadır…

Bizim Ordumuz Peygamber Ocağıdır… İçinden zaman zaman İslâm ve Müslüman aleyhtarı çıksa da, aslolan ondaki ruhtur… “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” şuuru, askerimizin İslâm ve iman kıvamlı ruhunun timsalidir…

Vatan hainlerinin, bölücülerin, müstemlekecilerin, teröristlerin, Frenk uşaklarının ve Batı’cıların şımartıldığı hatta baş tacı edildiği Müslüman Türk Cemiyetimizde, Allah’ın dinine hizmeti sanat zarafeti haline getiren Türklük darbe yedi… Millî mefhum ve mukaddesatımız darbe üstüne darbe yemeye devam etmektedir… Camilerimiz, cenabet turistlerin dinlenme mekânı oldu… Cami, Türkiye’de kilise yahut havraya zoraki komşu edilerek kirletilmektedir… İstanbul’da, Cuma günü giydiği cübbesini papaz kıyafetine benzetmek üzere Haç motifi ile necisleştiren cami artisti imamlar görülmeye başlandı…
Umre ve Hac ilânlarını İngilizce yapan sadece kafa kağıdı Müslümanı bazı müftüler, nifak timsali dolaşıyorlar… Dinler arası diyalog safsatası, Müslümanlığı, Hristiyan ve Yahudiliğin ayakları altına serme ameliyesi halinde, sinsice devam etmektedir…

Türkiye’de iş bulmak, köşeyi dönmek, köşe olmak isteyenler, ya bölücü, terörist taraflısı Kürt olduğunu haykıracak (Müslüman ve devlete bağlı Kürtler buna dahil değil…), yahut (Hristiyan ve Yahudi) kitaplı kâfirlerin de cennetlik olduklarını havlarcasına ilân edecektir…

Böyle bir hengamede, aziz Ordu da örselenmekten nasibini almaktadır…

Baskın ve nezaretlerin etrafındaki aşağılık gürültü, din ve Müslümanlar adına değildir… Batı uşaklığının bir gereğidir… Ordumuz bilmelidir ki bu zillet verici şamatada din ve Müslümanlar yoktur… İslâm adına görüntülü ve İslâm düşmanı usta münafıklıkla iş gören, mutlaka dışarıda malum mihrakların emrindeki besleme uşaklar ile dini ve Müslümanları bir tutmak doğru bir muhasebe olmaz… İman yalnız sivilin değil, askerin de varlığının ve kudretinin temelini teşkil etmektedir…

Devlet ve hükümet, ne pahasına olursa olsun, Ordumuza reva görülenlere derhal son vermenin çaresini bulmalı, adaletin tahakkuku ile, orduyu tezyif ve tahkir alçaklığını birbirinden ayırmalıdır… Yabancılar istiyor diye aziz ordumuzu tezyif ve tahkir yarışındaki satılmış üç beş kalemi kırmak ve mandacı birkaç ekranı yaptığına pişman etmek kısa yoldan neticeye ulaştırabilir…
Türkiye Cumhuriyeti devleti, millî iradesi, aziz Ordusu ve soylu milleti ile bu hayasızlığa son verebilecek kudrettedir ve Ordu bahsinde “kifayeti rezalet” zamanı gelmiştir…