Domatesteki vurgun…

Gıda fiyatlarındaki artışla ilgili saray rejimi bir taraftan, halk bir taraftan kafa yormaya devem ediyor.

Oysa bunun yolu çok, çok, çok basit.

Bir malın üretilmesinin maliyeti ne kadar çok düşerse ve ne kadar çok üretilirse ve kolay pazara ulaşımı ucuz olursa fiyat düşer.

Örneğin Antalya’dan İstanbul’a gelen domates.

Domates nasıl yetişir?

Öncelikle toprak lazım, bazı ülkelerde ise topraksız, apartmanlarda üretimler yapılıyor.

Konumuz o değil.

Toprak senin ama üretim maliyetin var, yani toprağın bir maliyeti var.

Domatesi ekemeye karar verdin hadi haydi tarlada ekelim, sera demeyelim.

Bunun tohumuna para ödemen lazım.

Benim çocukluğumda annem ve bizim köylüler (58 yıl önce) domates tohumunu beyaz tülbente kurutulmuş olarak koyar karanlık ambarda saklardı.

Her yıl aynı tohumu ( maliyeti sıfır ) ekmeye devam ederdi.

Şimdi bunun yerine tohuma para.

Başka bir dert hibrit tohum olayı, İsrail’den alınması, dünya para verilmesi.

Tohumu ekmek, toprakla buluşturmak için makineleşmeyle yapabilirsin, işçi kol gücüyle yaparsın.

Bunu da yaptın.

Bunun ektikten sonra çapalama, sulama ve otlarının belli dönemlerde ayıklanması bu da para ve işçilik.

Malum gübre ve sebzeye musallat olan böcekler için ilaçlama bu da para.

Bütün bunları yaptın ve domates ortaya çıktı.

Kilosu bir liraya malettin.

Bu domatesi toplamak, paketlemek, süslemek ve boyutlarına göre ayırmak.

Bu da para.

Domatesin bu işleri yapıldıktan sonra ilinin haline anlaşmış olduğu kabzımala götürdün, nakliye para.

Kabzımal dükkan açmış senin malını büyük şehirlerle buluşturmak için gayret gösterir o da geçinecek, o domatesten ekmek yiyecek o da para.

Domatesi halden kamyona, tıra yükledin gönderdin, İstanbul 1100 kilometre yol tıngır, mıngır en az bir gün yolda gidecek, mazot, işçi, şoför ve birçok masraf, o da para. O domatesin sıcaktan korunması gerekebilir, belki soğuk hava zincir kurulması gerekiyor, o da para.

Bütün bunların sonunda domates İstanbul hale ulaşana kadar binlerce kilometre yol giderken içindeki paralı olan tünel, köprü, yoldan geçecek o da para.

Kamyoncu bir gün o domatesi taşıdı o da para.

Bütün bunları topladın İstanbul’daki pazara, çarşıya ve markete domatesi gönderdin, pazarladın o da para.

Çarşı pazar esnafı yaşaması gerek onun da karını koyacak, o da para.

Bütün bu paraları topladığında tarladaki domatesin bir liralık maliyetinin sekiz lira olması gayet doğal.

Bunun baskıyla, zabıtayla, döverim, söverim diyen tiplerle fiyatı düşüreceğine inanmak ne piyasa da, ne de matematikte henüz keşfedilmiş bir şey değil.

Oysa çok kolay bir yöntem var.

Yani bir liralık domatesi iki liraya pazardan almak mümkün.

Domatesin anavatanı Antalya gerçi son dönemde Tokat, Çanakkale gibi illerde çok mesafe aldı.

Diyelim ki Antalya.

Antalya’daki domatesçinin yoğun olduğu yerlere İstanbul’dan hızlı yük trenleri hattını kurarsın.

Beş bin tane tırın bir günde getirdiği domatesi bir trenle beş saatte İstanbul’a tek noktaya taşırsın.

Bu son nokta haller olabilir. Aradaki bir sürü masrafı, kabzımalı, yolu, tüneli, köprüyü ve diğer maliyetler bitti mi?

Bitti.

Çiftçiye domates ekerken ücretini hasat sonu ödemek kaydıyla tohum, gübre ve diğer giderleri ücretsiz verirsin.

Eğer gübre, ilaç, tohum dışarıdan geliyorsa ve maliyeti çok yüksek tutuyorsa bütün Avrupa ülkelerinin (AB) yaptığı gibi tarımı süspanse edersin, yani maliyeti en düşük tutarsın.

Devlet doğal olarak adam gibi devlet olacak ve diyecek ki, ” senin domatesinin bir maliyeti var, bunun altında fiyatın düşerse ben senin devlet babanım, ben alacağım, pazara ulaştıracağım bir sıkıtın yok ekmeye, biçmeye devam et”

Sonunda iki nokta arasında hızlı trenle domatesi tüketiciye ulaştırırsın.

İşte o zaman senin bugün sekiz liraya, on liraya yediğin domates iki liraya halkın sofrasına ulaşıverir.

Peki bugünkü saray rejimi niye bunları yapmaz?

Çünkü onlara ağa babaları dedi ki, serbest piyasada herkesi kendi başına bırakacaksın, içlerinde akıllı olanlar ve üç kağıtçı, sahtekar olanlar ayakta kalacak, geri kalanlar ezilip gidecek.

Sen devlet olarak hiç karışmayacaksın, ölen ölecek, kalan sağlar bize yetecek.

O kalan sağlarda senin adamın olacak, partizan olacak.

İşte o ayakta kalan sahtekar bilerek, planlayarak domatesi sana on liraya yediriyor.

Gözü kör, kulağı sağır, eli, kolu bağlı devletimiz sayesinde soygun düzeni devam ediyor.

Ondan sonra kutsal devlet, ulu devlet bilmem ne devlet.

Hadi canım sen de…

Devlet, halkını, ezilenleri, yoksulları ve kimsesizleri korursa ulu devlet, büyük devlet olur.

Devlet soygun düzenine göz yumuyorsa, soygun düzenindeki soygunculara göz yumuyorsa, onlarla işbirliği yapıyorsa o devlet ulu devlet değil zulüm devleti olur.

Bu kadar.

Kaynak bilgi…Ali Ekber Yıldırım…”Üretme Tüket”