Erzurum'un tarihi yerlerinde İstiklal Marşı okudular

ERZURUM merkez Palandöken ilçesindeki Kazım Karabekir Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencileri, kentin tarihi yerlerinde İstiklal Marşı okudu. Öğretmen ve öğrenciler, okulun bahçesinde ise ay yıldız figürü oluşturdu.

İstiklal Marşı'nın kabulünün 99'uncu yıl dönümü nedeniyle Kazım Karabekir Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğretmenleri Hasan Çavuşoğlu, Enes Deligöz, İdris Erdinç okulda yarışma düzenledi. Öğrencilerin katıldığı yarışmada İstiklal Marşı'nı en iyi okuyan öğrenciler belirlendi. Öğrenciler, başta Aziziye Tabyası olmak üzere Erzurum Kalesi, Çifte Minareler gibi farklı yerlerde İstiklal Marşı'nı seslendirdi. Drone kameralarıyla da görüntülenen etkinliğin sonunda öğrenciler okul bahçesinde ay-yıldız figürü oluşturdu. Yaklaşık 200 öğrenci, ay-yıldız figürüyle selam durarak Suriye’deki güvenlik güçlerine destek verdi. Sosyal medyada paylaşılan görüntüler büyük ilgi gördü. 

Okul öğretmenlerinden Hasan Çavuşoğlu, Şah Fırat, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve son olarak Bahar Kalkanı harekatına katılan şehitler için bu etkinliği düzenlediklerini belirtti. 

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-Aziziye Tabyası ve Erzurum drone görüntüleri
-Değişik mekanlarda İstiklal Marşı okunması
-Öğrencilerin bahçede ay-yıldız figürü oluşturması
Haber: Salih TEKİN / ERZURUM, ()

====================================

Önce birbirlerine vurdular, sonra göbek attılar

ERZURUM'da, Şengel ve Sancak Atlı Spor Kulüplerinin "Kara cirit" dedikleri kuralsız oynanan gösteri maçında nefes kestiler. At üstünde eliyle bir ok gibi fırlattığı ciriti rakibine isabet ettiren ciritçiler, izleyiciler tarafından ayakta alkışlandı. Yaklaşık 1,5 saat süren özel maçta birbirlerine acımasızca vuran gençler, daha sonra çalan davul zurna eşliğinde halay çekip, göbek attı.
Merkez Aziziye İlçesinin Ilıca Mahallesindeki cirit sahasında, Şengel ve Sancak Atlıspor Kulüpleri arasında yapılan gösteri maçını büyük bir dikkat ve heyecanla izleyen cirit severler, hop oturup hop kalktılar. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya getirdikleri, asırlardan beri sürdürdükleri gelenekler arasında 'savaş oyunu' olarak yer alan cirit, Erzurum'da özellikle köylerde yaşayanların vazgeçemediği en önemli spor dallarından biridir. 'Yaz-kış' demeden her mevsim oynanan cirit müsabakalarına vatandaşlar büyük ilgi gösteriyor. Sporcuların rakibini vurması ya da atılan ciridi havada yakalaması gibi 'artistik hareketleri' İspanyollar gibi 'oley' diyerek alkışlıyor. Ata sporu cirit bölgede özellikle Erzurum ve Kars'ta büyük ilgi görüyor. Köyde yaşayanlar, at binmeyi ve cirit atmayı çocuk yaşlarda öğreniyor.
Gösteri maçında puanlama olmaması nedeniyle Şengel ve Sancak Atlı Spor Kulüplerinin sporcuları oynanan dostluk maçında izleyicilere heyecanlı dakikalar yaşattı. Dörtnala sürdükleri atlarıyla yakaladıkları rakiplerine ellerindeki ciritleri bir ok gibi fırlatarak vuran sporcular, maç bitimi ile birlikte atlarından inip sahanın ortasında rakip oyuncularla birlikte çalan davul zurna eşliğinde halay çekip, göbek attılar. Sahada yaşananların sahada kaldığını söyleyen Sancak Atlı Spor Kulübü sporcularından Muhammed Sarıca, "Sahanın içinde olan sahada kalır. Ama sahanın dışında hepimiz can, ciğeriz. Kendi imkânlarımızla ata sporumuz cirite sahip çıkıyoruz. Maçlarımız çok zevkli ve heyecanlı geçiyor. İzleyiciler arasında zaman zaman kadınlarda oluyor. Herkesi bekliyoruz" diye konuştu.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-Cirit sahasında toplanan ciritçiler
-Davul zurna ekibinden detay 
-Cirit izlemeye gelen vatandaşlar ile röp
-Muhammet Sarıca ile röp
-Ciritçilerin davul zurna eşliğinde sahada oynaması 
-Cirit izleyen vatandaşlardan detay 
-Cirit müsabakasından detay 
Haber: Turgay İPEK - Kamera: Zafer KUMRU / ERZURUM,()

=====================================

Yasin, yaptığı spor sayesinde ilk kez tek başına yürümeye başladı

BOLU'da, erken doğumdan hemen sonra geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kollarını oynatmakta güçlük çeken ve yürüme zorluğu yaşayan lise öğrencisi Yasin Dikici (17), 3,5 ay önce başladığı spor salonunda antrenörü Elif Tenlik'in özel olarak hazırladığı program ile kollarını oynatmaya ve yalnız başına yürümeye başladı. 

Bolu'da Münevver-Musa Dikici çiftinin çocukları Yasin Dikici, 7 aylıkken dünyaya geldi. Erken doğum nedeniyle hayati tehlikesi bulunduğu için kuvöze alınan Yasin, felç geçirdi. Sol kolu ve bacağı felç olan Yasin, geçirdiği tedaviler sonucu zamanla ayakları ve kollarını az da olsa hareket ettirmeyi başladı. Ancak yalnız başına yürüyemedi. Kollarını da istediği gibi kullanamayan lise öğrencisi Yasin Dikici, aldığı fizik tedavilerin yanında, spor salonuna yazılmaya karar verdi. Babası Musa Dikici ile birlikte 3,5 ay önce kent merkezinde bulunan bir spor salonuna giden Yasin Dikici antrenmanlara başladı. Burada görevli Elif Tenlik tarafından hazırlanan programa göre çalışan Yasin Dikici, kısa sürede gelişim gösterdi. Antrenmanlarının üçüncü ayında kendi başına yürümeye ve kollarını istediği gibi kullanmaya başladı. Yasin Dikici'nin azmi ve gözle görülen gelişimi yakınlarını mutlu etti. 

'KENDİ BAŞIMA YÜRÜYEBİLİYORUM' 
Spor salonuna ilk olarak anne ve babasının kollarında geldiğini belirten Yasin Dikici, "Bebekken kuvözde felç geçirdim. Sol kolum ve bacağıma vurdu felç. Beynime şant takıldı. Bu şant ben büyüdükçe koptu. Kopunca da beynim bağımsız çalışıyor. Sporun faydasını çok gördüm. Allah razı olsun. Hala devam ediyorum. Buraya gelmeden önce annem ve babam koluma girip yürütüyordu. Bazen de değnekle yürüyordum. Şimdi Allah'ıma şükür daha iyiyim. Kendi başıma yürüyebiliyorum. Sabır çok önemli. Sabrın sonu selamet diyorlar ya aynen öyle. Benim durumumda olanlar sabretsinler azimli olsunlar. Azimle çalışsınlar." dedi. 

'YASİN ÇOK İSTEKLİ'
Yasin Dikici'ye özel program hazırlayan ve zaman zaman zorlansa da uygulamaya özen gösteren antrenör Elif Tenlik ise, "Yasin ile 3-4 aydır beraber çalışıyoruz. Çok yol kat ettik gerçekten. İlk geldiğinde annesi ve babası kollarını sürükleyerek getiriyorlardı. Yasin şu anda koşma derecesinde ve kollarını çok rahat açabiliyor. Ellerini kullanabiliyor. Ondaki değişimin herkes çok farkında. İlk geldiği zaman antrenmanını çok rahat yapabiliyor. Kendi suyunu içip kendi terini silebiliyor. Vücudunu ve bedenini kullanabiliyor. Bunlar çok güzel şeyler onun için. Ona özel bir antrenman programı sağladım ve geldiğinden beri ben ilgileniyorum. Onunla özel dersler yapıyoruz. Yasin çok istekli. İstek tabi ki çok önemli. Onun spora merakı olmasaydı bu kadar değişim yaşanmazdı. Her şey kişide bitiyor." diye konuştu. 

'DAHA İYİ OLACAĞINI UMUYORUM' 
Baba Musa Dikici de oğlunun gelişiminden ve yürüme yetisini yalnız başına gerçekleştirmesinden dolayı çok mutlu olduğunu belirterek, "7 aylık doğdu. Doğuştan böyle zaten. Fizik tedavi alıyordu. Daha sonra spora gitmeye karar verdi. Allah razı olsun burada da ilgilendiler. Sporun çok faydasını gördük. Kendisi yürüyor. Arabaya kendisi biniyor. Bu değişim 3 buçuk ayda oldu. Kendisi servise binebiliyor. Daha da iyi olacağını umuyorum." dedi.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ 
-Yasin'in antrenmanından görüntüler 
-Antrenör Elif Tenlik'in hareketleri göstermesi 
-Yazım sırasıyla röportajlar 
Haber-Kamera: Murat KÜÇÜK/BOLU,() 
===================================

Uzmanı, boya katkılı çayı anlama yöntemini açıkladı
 
TARIM ve Orman Bakanlığı'nın tespitlerine göre bazı firmaların çaya dem vermesi için boya maddesi kattığının belirlenmesi çay tiryakilerini endişelendirdi. Boyalı çayın kolayca anlaşılacağı yöntemi açıklayan Türkiye Çay Demleme Şampiyonu Aytül Turan, “Soğuk suyun üzerine bir tutam kuru çay koyun, ilk dakikalarda renk çözünürlüğü oluyorsa bu katkı maddesi olduğunu gösterir" dedi.

Türkiye Çay Demleme Şampiyonu Aytül Turan, daha hızlı renk ve dem vermesi amacıyla bazı firmaların çaylara katkı maddeleri katıldığının bakanlık tarafından açıklandığını belirterek, hileli yöntemle az miktarda kuru çay kullanan işletmelerin daha fazla kar elde etmeye amaçladıklarını söyledi. Boyalı bir çayın nasıl anlaşılacağını anlatan Turan, "Boya maddeli çayda renk bulanıktır, likör olarak berraklığı çok sağlanamayacaktır. Soğudukça da daha bulanık hale gelecektir. Çok iyi bir çay tiryakileri kokusundan ve aromasından katkı maddesini anlayabilirler. Çayın içerisinde boya maddesi olup olmadığını anlamak için bir bardak soğuk su içerisine bir tutam kuru çay konulur. İlk dakikalarda renk çözünürlüğü oluyorsa katkı malzemesi olduğunu gösteriyor. Çünkü Türk siyah çayı özellikle dem salınımına 95 santigrat derece üzerindeki sıcak suda başlar ve 15-20 dakikada çözülerek tam istediğimiz renge ulaşır. İlk etapta kuru çay görüntüsünden içerisinde boya maddesi olup olmadığını anlamak çok zor, hatta imkansıza yakın diyebiliriz. Bunu sadece soğuk su denemesiyle ve ya demleyerek tadıyla, rengiyle anlayabiliriz. Son zamlardan sonra bütün çayların fiyatı yükseldi. Piyasada fiyatı çok düşük bir çay olacaksa bunda muhakkak bir şey vardır, dikkat edelimö diye konuştu.

EN İYİ ÇAY DEMLEME TÜYOLARI
İyi bir çayın nasıl demleneceğini anlatan Turan “Porselen ya da bakır demlik, kaliteli su ve kalitesinden emin olduğumuz siyah çay leziz bir çaya ulaşmamız için gereken malzemelerdir. Çayın renk vermesi 95 santigrat derecede başladığı için suyumuzun sıcaklığı bu derece olmalıdır. Üst demliğe önce sıcak suyumuzu koyuyoruz, sonra 4 bardak suya 1 bardak çay ölçüsü ile çayımızı ilave ediyoruz. Hiç hareket ettirmeden 20 dakika demlenmesini bekliyoruz. Bu esnada çayın acılaşmaması için alt suyunun da çok kaynamaması gerekiyor.ö dedi.

‘ÇAY KEYFİMİZİ BOZMASINLAR’
Gün içerisinde sıklıkla çay tükettiğini belirten Aslı Açıcı Bekiroğlu ise “Sabah, öğle, akşam gün içerisinde her zaman tercih ettiğimiz bir içecek çay. Çayın görüntüsünde berraklık çok önemli ama tadı daha önemli benim için. İstanbul'dan Rize'ye yeni geldim ve çay içtiğimi yeni anlıyorum. Lezzet olarak birbirinden farklı iki çay kültürünün içerisinde bulundum. Gerçek lezzetteki bu çayı içerken anlıyorum ki katkı maddeli çaylar tüketmişiz, lütfen çayımıza dokunmasınlarö dedi.
Berrak Koçel ise "Fırsat buldukça sessiz ortamlara giderek kitap ve çay keyfi yaşıyorum. Çay artık bizim milli içeceğimiz. Taze demlenmiş, berrak görünümlü şekersiz bir çaya asla hayır demiyorum. Çaya bazı katkı maddelerinin katıldığını duyuyoruz çok üzülüyoruzö diye konuştu.
Kadir Kopuz da "Çok iyi bir tiryakiyim, çay içmeden asla uyuyamam. Akşam eve gidince bir demlik çayı bitirir ondan sonra uyurum. Katkısız, temiz, saf, organik bir çayımız var, bu çay içmekten büyük keyif alıyorum. O kadar tiryaki oldum ki çay içerken kaç dakika önce demlendiğini bile anlayabiliyorumö dedi.

Görüntü Dökümü
-Aytül Turan boyalı çay deneyi
-Boyalı çay deneyi detayları
-Aytül Turan çay demleme tüyolar
-Çay demlemeden detaylar
-Aytül Turan Röportaj
-İçenlerden detaylar
-Çay tiryakileri ile röportajlar
-Muhabir (Arzu ERBAŞ) anonsu
Haber: Arzu ERBAŞ - Kamera: Mehmet Can PEÇE RİZE-

================================

Evinin balkonunda süs saksısı üretiyor
 
SİVAS'ın İmranlı ilçesinde ev kadını Ayşenur Dilek (53), ürettiği çiçek saksılarını satarak ailesine maddi destek sağlıyor. Evinin balkonunu atölyeye çeviren Dilek'in yaptığı ve çeşitli renklerle süslediği saksılar ilgi görüyor.

İmranlı ilçesinde yaşayan 2 çocuk annesi Ayşenur Dilek, iltihaplı romatizma hastası eşi İsmet Dilek'i 2006 yılında kaybetti. Tek başına hayat mücadelesi veren Dilek, bir süre eşinin emekli maaşı ile geçimini sağladı. Ayşenur Dilek, yeğeni Begüm Kavruk'un teşvikiyle süs çiçek saksıları üretmeye başladı. Çeşitli renkler ve desenlerde süs saksıları yapan Dilek, ailesine maddi destek sağlıyor. Dilek, yaptığı saksıları ise çeşitli fiyatlardan satıyor. Günde 4 ila 5 defa saksılara beton dökümü yapan Dilek'in çalışmaları ilgi görüyor.

'HOBİ OLARAK YAPIYORUM'
Saksılarla hobi olarak uğraştığını belirten Ayşenur Dilek, "Bu mesleğe çok sevdiğim yeğenimin bana silikon kalıp yollamasıyla başladım. Daha sonra ben de 1 torba çimento aldım. O şekilde başladım. Bunu ilerlettim Allah'a çok şükür. Beton saksı yapıyorum. Ayrıca çiçek üretimi yapıyorum. Sukulent, kaktüs, tespih çiçeği, bebekler için kırk mevlidi, 1 yaş, doğum gibi yerlere ürün yapıyorum. Bir ofisim yok. Evde küçük bir balkonum var. Hobi olarak uğraşıyorum. Evimin de geçimini aşağı yukarı bu meslekten yapıyorum. Eşimden kalan emekli maaşım da var. Boş durmuyorum. Hobi olarak yapıyorum. Ben kadınların sesi olmak istiyorum" dedi. 

'DESTEK BEKLİYORUM'
İlçede kendisine özenip çeşitli alanlarda ailelerine maddi destek sağlamak için el sanatları ile uğraşan kadınlar olduğunu söyleyen Dilek, "Arkadaşlarımdan heveslenip yapmak isteyenler var. Ama yapamayanlar da var. Yapıp satışını yapamayanlar da var. Ben yapıyorum ama satışını çok az yapıyorum. Ben büyüklerimizden satışa sunulması açısından destek bekliyorum. Benim gibi İmranlı'daki kadınlar da destek bekliyor. Günde 4 kere döküm yapıyorum. 5 saate betonlar kuruyor. Peteğin üzerine diziyorum. Gece saatlerine kadar beton döktüğümü biliyorum. Saksılar sapa sağlam. Yere düşürüp kırılmadığı sürece herhangi bir sıkıntı yoktur" diye konuştu. 

Görüntü Dökümü:
-Evden görüntüler
-Atölye olarak kullandığı balkonu
-Saksı üretim aşamasından görüntüler
-Ürettiği saksılar
-Konuşmaları

Haber-Kamera: Hüsnü Ümit AVCI-Mert Taha VAROL/İMRANLI(Sivas), ()

==================================

Kendine acımayı bıraktı, atletizmde altına ulaştı
 
DOĞUŞTAN bedensel engelli olması nedeniyle çocukluğunda evden dışarı çıkmayan ve kendisine acıdığını anlatan tekerlekli sandalye milli takım sporcusu Zübeyde Süpürgeci (27), "Sporla hayatım değişti. 2018'de Akdeniz Oyunları'nda paralimpik atletizmde ilk altın madalya alan kadın sporcuyum. Şimdiki hedefim Tokyo Olimpiyat Oyunları'na katılmak" dedi.

İstanbul'da oturan Zübeyde Süpürgeci, doğuştan bedensel engelli olması nedeniyle çocukluğunda zamanının büyük bölümünü evde geçirdi. 18 yaşında Bağcılar Belediyesi'nde engelli sporcuların antrenmana götürüldüğü servisin şoförlüğünü yapan komşusunun yönlendirmesiyle spora başlayan Zübeyde Süpürgeci'nin hayatı, tekerlekli sandalye atletizm branşındaki başarılarıyla değişti. İlk katıldığı Türkiye şampiyonasında birincilik elde eden Zübeyde Süpürgeci, evden dışarı çıkmayan asosyal bireyken sporla hayata tutundu.

Spora başladığı ilk yıllarda yaşadığı zorlukları anlatan Zübeyde Süpürgeci, "2011 yılında spora başladım. Benim için ilk zamanlar çok zordu. Sürekli evde olduğum, benden başka engelli yokmuş gibi yaşadığım için üzülüyordum. İlk defa kalabalık olarak engellileri görüyordum. Kendi aralarında şakalar yapıyorlardı. Kendileriyle dalga geçebilmelerine şaşırıyordum. Bana ilginç geliyordu. Ben eskiden evden çıkmazdım. Tek engelli ben gibi yaşardım. Kendime acırdım. Etrafımdakiler de bana acıyarak bakıyordu. Tekerlekli sandalye atletizm çok zor bir spor. Eğilerek yapılıyordu, eldiven de olsa elimiz acıyordu. Ben zorlandığımı söylemeye utanıyordum. Çünkü konuşkan biri değildim. Antrenmanlar devam etti ve ilk katıldığım Türkiye şampiyonasında birinci oldum. Avrasya Maratonu'nda birinci oldum. Antrenörlerim bana güvendi ve başarılarımın devamı geldi" diye konuştu.

'TÜRKİYE VE AVRUPA ŞAMPİYONU OLDUM'
Sporla değişen hayatını ve hedeflerini anlatan Zübeyde Süpürgeci, "Önceden okuldan eve giden, evden dışarı çıkmayan biriydim. Spor sayesinde şimdi yurt içi ve yurt dışına şampiyonalara gidiyorum. Sporla hayatım değişti. Türkiye, Avrupa şampiyonu oldum. 2018'de Akdeniz Oyunları'nda ilk altın alan kadın sporcuyum. 2016 Rio Olimpiyat Oyunları'na katıldım. Şimdiki hedefim Tokyo Olimpiyat Oyunları'na katılmak" dedi.
Başarılarıyla 'altın kız' olarak tanınan Zübeyde Süpürgeci, antrenörü Ömer Cantay yönetiminde Antalya kampında, 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları vizesi alma hedefiyle çalışmalarına devam ediyor. 14 Mart'ta Dubai'de yapılacak Para Atletizm Grand Prix'de yarışacak Zübeyde Süpürgeci, dereceye girmesi halinde Tokyo'da yarışmaya hak kazanacak.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
--------------
- Antrenmandan detay görüntüler
- Zübeydeden detay görüntüler
- Takım arkadaşları ile çalışırken detay görüntüler
- Drone görüntüleri
- Zübeyde ile röp

HABER: Tolga YILDIRIM- KAMERA: Emrah GÜL /ANTALYA, ()

====================================

İdlib şehidi teğmenin annesi: Çocukken 'şehit olacağım' derdi
 
SURİYE'nin İdlib kentinde, hava saldırısında şehit olan askerlerden Piyade Teğmen Bayram Olgun'un (26) annesi Döne Olgun, oğlunun isteği olan kütüphanenin yapılması ve bir okula isminin verilmesinden dolayı mutlu olduğunu söyledi. Oğlunun çocuk yaşlarda şehit olacağını söylediğini hatırlatan Olgun, "Bayram, küçükken televizyon izlediğinde 'Ben şehit olacağım' derdi. Ona şehit olmak nasip oldu" dedi. 

65'inci Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'nda görevli Piyade Teğmen Bayram Olgun, İdlib'de 27 Şubat günü rejimin düzenlediği hava saldırısında şehit oldu. Şehit teğmenin cenazesi, Tepekent Mahallesi'nde toprağa verildi. Şehit Olgun'un 2017'de sosyal paylaşım sitesinden, mahallesine kütüphane yapılmasıyla ilgili mesaj yayımladığı ortaya çıktı. Bunu şehidin vasiyeti olarak kabul eden Selçuklu Belediyesi'nce mahallede şehit Olgun'un adının verildiği bir kütüphane açtı. Ayrıca mahalledeki imam hatip ortaokulunun ismi de değiştirilip şehidin adı verildi. 

'OĞLUMUN İSTEĞİ YERİNE GETİRİLDİ'
Şehit annesi Döne Olgun, oğlunun kütüphane isteğinin yerine getirilmesi ve adının bir okula verilmesinden dolayı mutlu olduğunu belirtti. Olgun, "Kütüphane hakkında bana bir şey söylememişti ama öyle bir isteği olmuş. Kütüphane açıldı, oğlumun ismi de verildi. Yine bir okula da oğlumun ismi verildi.  Şehitlik Allah'tan gelen bir şey. Allah, askerlerimize güç kuvvet versin. Bayram, küçükken televizyon izlediğinde 'Ben şehit olacağım' derdi. Ona şehit olmak nasip oldu" dedi. 

Oğlu Bayram Olgun ile şehit olmadan bir gün önce telefonla görüşüp, hal ve hatır sorduklarını belirten Olgun, "Şehit olmadan bir gün önce telefonla görüştük. İdlib'de telefon fazla çekmediği için kısa görüştük. En son babasının cenazesine gelmişti. Sonra tekrar Suriye'ye gitti. Amcasının cenazesine de gelemedi" dedi. 

DÜĞÜN HAZIRLIĞINA BAŞLAYACAKLARDI 
Oğlu için düğün hazırlığına başlayacaklarını ifade eden Olgun, "Oğlum sözlüydü. İzine gelince duasını yapıp, nişan yapacaktık ve düğün hazırlıklarına başlayacaktık. Tarih belirtmemiştik ama yaz aylarında düğün yapmayı planlıyorduk.  Nasip olmadı" diye konuştu. 

ÜNİVERİSTE DÖNEMİNDE KÜTÜPHANE İSTEMİŞ 
Gümüşhane Üniversitesi İktisat bölümü 4'üncü sınıf öğrencisi Osman Olgun, ağabeyinin üniversitede eğitim gördüğü sıralarda kütüphane istediğini, bunu da mahallenin sosyal paylaşım sitesindeki sayfasında mesaj olarak yayınladığını hatırlattı. Olgun, "Ağabeyim, üniversitede ikinci veya üçüncü sınıfta okuduğu sırada bizim Tepekent Mahallesi'nin hesabından mahalleye kütüphane yapılması konusunda mesaj yayınladı. Hatta arkadaşlarına da mesajı yaymalarını ve birlik beraberlik içinde olup kütüphanenin yapılmasını istemişti. O dönemlerde dersleri yoğun olduğu için fazlada girişimde bulunamamıştı. Şehit olduktan sonra gündeme geldi ve kütüphane açıldı" dedi. 

Ağabeyi ile şehit olmadan 2 gün önce telefonla görüştüklerini belirten Olgun, "Şehit düşmeden 2 gün önce telefonla görüştük. İdlib'de telefon iyi çekmediği için fazla konuşamadık. Nasıl olduğumu sordu, hatta bana 'dönem uzatmadan üniversiteyi bitirirsin' diyerek şaka yapmıştı" ifadelerini kullandı. 

'O KAN BİZİ O YOLA İTECEKTİR'
Olgun, 2016 yılında kendisi de asker olmak için başvuru yaptığını, genel sağlık sorunları nedeniyle olamadığını söyledi. Askerliğin ağabeyine nasip olduğunu ifade eden Olgun, "Bana askerlik nasip olmadı, ağabeyime nasip oldu. Ağabeyim üniversiteden sonra gitti. Herhangi bir aksaklık olmadan görevini tam olarak yerine getirdi. Cenab-ı hak şehitlik rütbesini nasip etmiş. Ben şu an yine askerliği düşünüyorum. Canımı da vatanım için vermeye hazırım. Bu konuda sadece ben değil herkes hassas. Bu sadece bana özgü veya akrabalarımıza özgü değil. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinde 'Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur' dediği gibi damarımızdaki o kan bizi o yola itecektir" diye konuştu.  

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ 
-------------------------------
-Şehit annesi ve kardeşinden detay
-Şehit annesi ve kardeşi röp.
-Adı verilen okul ve kütüphaneden detay

Haber- Kamera: İsmail AKKAYA- Tolga YANIK KONYA ))
================================

Lavanta üreticileri birlik kuruyor
 
TÜRKİYE'de, ilk üretimi Isparta'nın Kuyucak köyünde başlayan, ardından başta Burdur olmak üzere birçok ilde yaygınlaşarak 10 bin dönümü aşan lavantanın üreticileri, Isparta merkezli Lavanta Üreticileri Birliği'ni (Lavanta Birlik) kuruyor.

Isparta ve Burdur'da haziran ayının sonlarında açan ve ağustos ayı ortalarına kadar yaklaşık iki ay mor görselliğiyle büyüleyen lavanta bahçelerini on binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. İki ilde ekoturizm, parfümeri-kozmetik, gıda sanayilerinde önemli bir gelir kaynağına dönüşen lavantanın üreticileri, Türkiye genelinde Lavanta Birlik çatısı altında toplanıyor.

Türkiye'deki diğer üretici birlikleri Gülbirlik, Çaykur, Fiskobirlik, Marmara Birlik, Tariş benzeri yapılanmaya gidecek olan lavanta üreticilerinin birlik merkezi, Türkiye'de ilk lavanta üretiminin de başladığı Isparta'da olacak. Lavanta Birlik'in öncülüğünü, Isparta'daki MTM Tarımsal Kalkınma Kooperatifi üstleniyor. Kooperatif adına, Lavanta Birlik'in kuruluş çalışmalarını, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın da tıbbi ve aromatik bitkilerle ilgili çalışma gruplarında yer alan MTM Tarımsal Kalkınma Kooperatifi başkan vekili de olan Isparta Genç İşadamları Derneği (IGİAD) Başkanı Barış Gümüş üstlendi.

LAVANTA KOKULU KÖYLER
Isparta'nın gül ve lavanta üretimi başta olmak üzere tıbbi ve aromatik bitkiler konusunda Türkiye'nin merkezi olduğunu belirten Barış Gümüş, son dönemde 'Lavanta Kokulu Köy' olarak tanınan Kuyucak'ın, lavanta bahçeleriyle Türkiye'nin gündeminde olduğunu kaydetti. Kuyucak köyündeki lavanta bahçelerinin geçen yıl 500 bin kişinin üzerinde ziyaretçi aldığını belirten Gümüş, “Çok yakınındaki Burdur'da Öztürk Sarıca'nın özel girişimiyle yaptığı Akçaköy'de de çok büyük bir lavanta bahçesi var. Akçaköy'e de en az bu kadar insan ziyarette bulundu" dedi.

TÜRKİYE'DE 10 BİN DÖNÜMÜ AŞTI
Isparta ve Burdur'daki lavanta üretiminin yurdun dört bir yanına yayılmaya başladığını dile getiren Barış Gümüş, “Birçok ilde lavanta ekimi yapılıyor ve insanlar lavantayla ilgili çok ciddi beklenti içinde. Biz lavanta ekiminin bir çatı altında toplanması, doğru bir operasyonla yürütülmesi gerekliliğine inanıyoruz. Çünkü çok fazla gündeme gelmiyor, çünkü bahçeler çok daha yeni. 10 bin dönümü aştı ve her geçen gün de büyüyor bahçeler. Birkaç sene sonra verime oturduğunda bu lavantanın ekiminden dikiminden ziyade ticareti konuşulmaya başlanacak" diye konuştu.

MERKEZİ ISPARTA OLACAK
Isparta'daki Gülbirlik veya Türkiye'deki diğer üretici birlikleri gibi lavanta üreticilerini de tek çatı altında toplayacak bir birlik kurulmasını için çalışmalara başladıklarını açıklayan Gümüş, “Lavanta Üreticileri Birliği'ni de kuralım istiyoruz. Bununla ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı'nın tıbbi ve aromatik bitkiler başlıklı tematik çalışma gruplarında, pazarda gördüğümüz gereklilerden kaynaklı Lavanta Üreticileri Birliğini Isparta merkezli kurmaya karar verdik" dedi.

LAVANTA ÜRETİMİ TÜRKİYE'YE YAYILDI
Gülün Isparta özeline ait bir bitki olmasına karşın lavantanın Türkiye'nin birçok ilinde üretilmeye başlandığını söyleyen Gümüş, “Dolayısıyla Lavanta Birliği'nin de çalışma sahasının tüm Türkiye olması gerekiyor. O yüzden buradan sesleniyoruz, yurdun dört bir köşesinde lavantayla ilgilenen, lavanta tarımı yapan herkes lütfen bizlere ulaşsın ve Lavanta Üreticiler Birliği'nin kurucular kurulunda olsun. Hazirana kadar en az 20 kişiyle kurucular kurulunu oluşturacağız. Bugün Isparta-Burdur'un dışında Konya, Denizli, Antalya, Uşak, Muğla, Kayseri, Gaziantep, Afyonkarahisar, Manisa gibi onlarca ilde lavanta dikimi yapıldı" diye konuştu.

ISPARTA LAVANTA EKONOMİSİ
Isparta'da 2015'te 500 dekar olan lavanta bahçeleri 2019'da 5 bin dekara yükseldi. 4 bin 90 dekarı intermedia, 100 dekarı angustofolia türünden oluşuyor. Isparta'da lavanta tarımıyla uğraşan hane sayısı 3 bine yükseldi. 2019 yılı çiçek hasadı miktarı 2,5 milyon kilogram, çiçek tarımı ekonomik değeri ise 5 milyon TL oldu. 2019 yağ ve kozmetik ekonomik ticareti değeri 8 milyon TL olarak hesaplandı.
Lavantadan el-yüz kremleri, temizleme köpüğü, tonikler, kolonya, losyonlar, duş jeli, şampuan, bitkisel ürünler başlıca katma değerli üretim alanını oluşturuyor. Lavantanın endüstriyel yönünün dışında mor görselliğiyle büyüleyen bahçelerde, turizm değeri olarak yaklaşık 1,2 milyon kişinin geldiği, ortalama 20 TL harcadığı ve yaklaşık 24 milyon gelir bıraktığı hesaplanıyor.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
--------------
- Barış Gümüş ile röp
- Lavanta bahçelerinin drone görüntüsü
- Ziyaretçilerin detay görüntüsü

(HABER: Mehmet ÇINAR- KAMERA: Emrah GÜL /ANTALYA ()

=================================

Diş hekiminin mekanik saat merakı
 
BURDUR'da, serbest diş hekimliği yapan Günhan Özilhan (37), boş vakitlerini mezatlardan satın aldığı mekanik saatlerin bakım ve tamiratıyla değerlendiriyor. Genellikle evinde çalışan, muayenehanesinde ise hasta olmadığı sırada tamirat ve bakım yapan Özilhan, "Bu beni ciddi anlamda motive ediyor. Ayrıca çok ciddi bir deşarj sebebi. Günün yorgunluğunu, stresi her şeyi unutuyorsun" dedi.

Burdur merkezde serbest diş hekimi olarak çalışan Günhan Özilhan, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nden 2008 yılında mezun oldu. 2009 yılından itibaren Burdur merkezde muayenehanesinde hasta kabul eden Özilhan, geçen yıl şubat ayında katıldığı bir mezatta satın aldığı mekanik saatle saat tamirine merak saldı. Mezattan temin ettiği saatlerin bakım ve tamiratını yapan Özilhan, çoğunlukla evinde çalışıyor. Muayenehanesinde ise hasta olmadığı sırada hobisiyle uğraşan Günhan Özilhan, bu merakın nasıl başladığını Demirören Haber Ajansı'na () anlattı.

'MEZATTAN SAAT ALARAK BAŞLADIM BU İŞE'
Özilhan, "Eskiden bu yana antika eşyalara merakım hep vardı. Daktilo, fotoğraf makinesi biriktirmeye çalıştım. Burdur'daki, çevre illerdeki ve internetteki mezatlardan bunları edindim ama bunların üzerinde fazla yoğunlaşamadım. Geçen sene şubat ayında Burdur'daki bir mezattan saat alarak başladım bu işe. Aldığımda çalışıyordu. 2-3 gün sonra saat arıza yaptı. Burdur'daki bir saatçiye götürdüm arızayı tespit ederek tamir etti. Ben de o tamir ederken neler yaptığına baktım. Anladım ki bu yapılamayacak bir şey değil. Sonra 'ben de bunu açarım, yaparım' diye saati açtım, bozdum ve toparlayamadım. Daha sonra internet üzerinden bozuk saat ve parçaları alarak bunları tamir etmeye başladım. Şu anda yapılmış saat almıyorum" dedi.

'TAMİRİN YANI SIRA KOZMETİĞE DE ÖNEM VERİYORUM'
Bir yıl içerisinde her şeyiyle faal olarak çalışan 100'e yakın mekanik kol saatine sahip olduğunu anlatan Özilhan, "Tamirin yanı sıra kozmetiğe de önem veriyorum. Ben bu saatleri koleksiyon olarak değerlendiriyorum. Kasasını, parlatmasını, cam değişimini, kordon değişimini özellikle yapıyorum. Bazı arkadaşlarım cep saati tamiratına da girmem gerektiğini söyledi. Kullanamayacağım için cep saatini hiç düşünmedim. Sadece bir tane dededen kalma cep saatim var" diye konuştu.

'TOPLANMAYI BEKLEYEN 100'E YAKIN SAATİM VARDIR'
Bazen bir saati toplamanın 6 ayı bulduğunu anlatan Özilhan, "Bazen saatin bir parçası eksik oluyor ve ben bunu bir şekilde temin etmeye çalışmıyorum. Bir gün karşıma bir yerden çıkacak ve ben onu yerine yerleştireceğim. Bu şekilde toplanmayı bekleyen 100'e yakın saatim vardır" dedi.

'BU BENİ CİDDİ ANLAMDA MOTİVE EDİYOR'
Evde, 2 yaşındaki kızını uyuttuktan sonra çalışmaya başladığını da söyleyen Günhan Özilhan, şöyle dedi:
"Çünkü parçalar çok küçük. Kızım da 2 yaşında o parçaları yutma riski var. Kızımı uyuttuktan sonra 12'de başlayıp gece 2-3'e kadar çalıştığım oluyor. Muayenehanemde de çeşitli tamir aletlerim var. Gün içinde hasta aralarında muayenehanemde çalışıyorum. Birçok kişi 'yoruluyorsun, zaten çok yoğunsun buna nasıl zaman ayırıyorsun' diyor. Evet buna zaman ayırıyorum gece 3'e kadar çalıştığım zamanlar oluyor ama o gün ben bir veya iki tane saat toplayabildiysem sabahleyin onun mutluluğu içerisinde uyanıyorum. Bu beni ciddi anlamda motive ediyor. Ayrıca çok ciddi bir deşarj sebebi. Günün yorgunluğunu, stresi her şeyi unutuyorsun. O üç saatlik sürede hiçbir şey hatırlamıyorsunuz ve o saatin mekanizmalarının, dişlilerin oynadığına, çarkların döndüğüne odaklanıyorsunuz. Nerede ne hata var bunu bulmaya çalışıyorsunuz ve bu üç saatte gerçekten deşarj oluyorum."
Zaman zaman Burdur merkezdeki saatçi esnafı İsmail Can'dan teknik destek aldığını ve öğrenmesi gereken çok şey olduğunu da kaydeden Özilhan, Burdur'da elinde bu miktarda mekanik saat bulunan tek kişi olduğunu belirtti.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
--------------
- Diş tedavi ederken
- Muayenehanesinde çalışırken
- Evinde çalışırken
- Evdeki saatlerden
- Günhan Özilhan ile röportaj
- Detay

(HABER -KAMERA: Mesut MADAN /BURDUR, ()

=========================================

Koronavirüs, hijyen eğitimine ilgiyi artırdı
 
İZMİR'de, hijyen eğitimine katılan kursiyerler, hem solunum sistemi hastalıkları konusunda bilgilendiriliyor, hem de bu hastalıklardan korunmak için alınması gereken önlemleri öğreniyor. Koronavirüsün Türkiye'de görülmesinin ardından her hafta 8 saat süren eğitime katılmak için yapılan başvuru sayısı artış gösterdi.

Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan 'koronavirüs' salgınının Türkiye'de görülmesinin ardından, hijyen kuralları, temizlik ve dezenfeksiyon ile ilgili temel ilkeler konusunda bilgiler içeren hijyen eğitimine ilgi arttı. Farklı sektörlerde çalışan ya da iş yeri açmak isteyen girişimciler Bornova Halk Eğitim Merkezi'nin düzenlediği hijyen eğitimine katılarak virüsler ve virüslerin bulaşma yolları konusunda bilgi sahibi oldu. Her hafta yaklaşık 90 kursiyerin eğitimlere katıldığını ifade eden Bornova Halk Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı İlker Tiryaki, özellikle gıda sektörü ile güzellik ve saç bakım hizmetlerinde çalışanların kurslara ilgi gösterdiğini dile getirdi. Tek gün içinde 8 saat süren eğitimlerin sonunda kursiyerlere sertifika verdiklerini anlatan Tiryaki, kursa talebin oldukça fazla olduğunu belirtti.

Tiryaki, "Hayat boyu öğrenme modülleri arasına giren hijyen eğitimi kurumumuz tarafından uzun süredir veriliyor. Hijyen eğitimlerini gıda ve su sektöründe işletme açacak kişilere belediyeden ruhsat almaları için veriyoruz. Başvurular çok yoğun. Her hafta yaklaşık 90 kişi müracaat ediyor. Bu eğitimlere katılmak için 13 yaşını tamamlamış olma ve okuryazar olma şartı var. Eğitimin sonunda kursiyerler bir sınava tabi tutuluyor" dedi. Eğitim süresince virüs ve virüslerin bulaşma yolları ile ilgili modüller ve bilgiler verildiğini anlatan Tiryaki, son zamanlarda koronavirüs nedeniyle tüm dünyayı tehdit ettiğine dikkat çekerek eğitmenlerin bu doğrultuda içerik hazırladığını kaydetti. Tiryaki birkaç hafta önce ilçe milli eğitim müdürlüğünün talebi üzerine okuldaki temizlik personellerine de bu eğitimi verdiklerini açıkladı.

HİJYENİK EL YIKAMANIN FARKI ANLATILIYOR
İbni Sina Mesleki Teknik Anadolu Lisesi öğretmeni Hatice Çobanoğlu da hijyenin temizlikten farklı bir kavram olduğunu öğretmeye çalıştıklarını belirterek en yaygın bulaşan solunum sistemi hastalıkları konusunda bilgi verdiğini ifade etti. Koronavirüsün gündemde olduğunu hatırlatan Çobanoğlu, konuyla ilgili videolar izleterek kursiyerleri hijyenik el yıkama konusunda bilinçlendirdiğini vurguladı. Hijyenik el yıkama ile sosyal el yıkamanın farklı el yıkama biçimleri olduğunu dile getiren Çobanoğlu, şöyle konuştu:

"Hijyenik el yıkama özellikle gıda ve sağlık sektöründe çalışanlar için önemli. Sosyal el yıkamada herkes belli bir sıra izlemeden, elinin nasıl temizlendiğine inanıyorsa öyle yıkar. Ama hijyenik el yıkamanın belli bir sırası var. En az 15-30 saniye olması gerekiyor. Sosyal el yıkamada parmak araları ya da bilekler yıkanmıyor. Hijyenik el yıkama ise avuç içi, elin sırtını, tırnakları, parmakları yıkama şeklinde 6 ya da 9 aşamalı gerçekleşiyor. Dersimizde takılarımı çıkararak sanki çeşme varmış gibi elimizi yıkıyoruz. Amaç el üzerinde bulunan hastalık yapıcı mikroorganizmaları yok etmektir. Gıda sektöründe çalışanlar için hijyenik el yıkama çok önemli. Ben ikisinin farkını gösteriyorum."

VİRÜS KORKUSU EĞİTİME İLGİYİ ARTIRDI
Hijyen eğitimine katılan kursiyerlerden Serap Yarbasan da bir şarküteri işlettiğini söyleyerek, "Ev ürünleri yaparak etkinlik ya da festivallerde sergiliyorum. Bu kursa belge almak için geldim. Mikropların çeşitlerini bakteri ile virüsün farkını hocamız sayesinde öğrendim. Bilmediğimiz ya da üstün körü yaptığımız çok şey varmış" dedi. Market işletmecisi İncilal Ünal da şunları belirtti:
"Bu eğitimde bilmediğim şeyleri öğreniyorum. Virüslerden çok korkuyorum. İzmir'deki yeni bir hastaneye acil olarak 'Koronavirüslü hasta getirildiğini duydum. Gerçeği yansıtmasa da panik oldum. Hastanelere sık giderim. Hastanede hiçbir yere değmemeye çalışıyorum. Ama bu eğitimde öğrendiğim bilgiler benim için daha yararlı oldu."

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
- Eğitimden detay görüntü,
- Müdür Yardımcısı İlker Tiryaki ile röportaj
- Öğretmen Hatice Çobanoğlu ile röportaj
- Kursiyerlerle röportaj

(Haber: Nevra UÇKAÇ - Kamera: Melis KARAKUZULU / İZMİR, ()

=====================================

İnsan ve sokak hayvanlarına adanan bir ömür
 
MUĞLA'da saniyelerin önemli olduğu yangın, doğal afet ve kaza gibi olaylara yetişmeye çalışan 112 Acil Servis'te görevli ambulans şoförü Edip Demirel (41), boş zamanlarında kendini sokak hayvanlarına adadı. Hazırladığı yemeklerle kedi ve köpekleri besleyen Demirel, kuşların su ihtiyacı için ise istasyonun çitlerine bidonlar astı.

Göktepe Mahallesi'ndeki 7 Nolu Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonu'nda görevli ambulans şoförü, evli ve 2 çocuk babası Edip Demirel, davranışıyla takdir topluyor. Demirel, ilk olarak karnı acıkınca istasyon bahçesine gelen 2 kedi ile 1 köpeği beslemeye başladı. Kedilerin sayısı bir anda 12'ye, köpeklerin sayısı ise 3'e ulaştı. İnsan yaşamı için saniyelerle yarışan Demirel, sokak hayvanları için duyarsız kalmadı. Demirel, vaka ihbarı olmadığı zamanlarda pilav, makarna, köfte, tavuk çorbası pişirip, hayvanları elleriyle besliyor. Edip Demirel, kuşların da su ihtiyacı içinde istasyon bahçesindeki çitlere su dolu 22 bidon astı.

'BİZ ONLARI, ONLAR DA BİZİ ÇOK BENİMSEDİ'
Sokak hayvanları için öğle yemeğini fazla pişirdiklerini belirten Demirel, "Evde bayatlayan ekmeklerimizi de buraya getiriyoruz. Yürüyüş yaptığımız zaman köpeklerimiz bizi yalnız bırakmıyor. Kadın arkadaşlarımızın koruyucuları diyebiliriz. Biz onları, onlar da bizi çok benimsedi. Hayvanı sevmeyen, insanı zaten sevmez. Bu mesajın yeterli olduğunu düşünüyorum" dedi.
Yazın sebze yetiştirmek için istasyon bahçesini traktörle süren Demirel, "24 saatimiz nöbette geçiyor. Domatesimizi, biberimizi ve salatalığımızı burada yetiştiriyoruz. Hem ekonomik oluyor, hem de taze taze kopartıp yiyoruz. 3-4 ay boyunca sebze ihtiyacımızı karşılıyoruz" dedi.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ: 
-Edip Demirel'in traktör ile bahçeyi sürmesi
-Sokak hayvanları için yemek pişirmesi 
-Hayvanlara yemek yedirmesi
-Çitlere asılı bidonlara su doldurması
-Edip Demirel ile röp. 

(Haber: Cavit AKGÜN- Kamera: Aykut KURT / MUĞLA, )

=================================

Festivalde saçılacak 7 ton mesir macunu hazırlanıyor

MANİSA'da 480'incisi düzenlenecek mesir macunu festivalinin hazırlıkları sürerken kadınlar, Sultan Camii'nin kubbe ve minarelerinden saçılacak 7 ton mesir macununu hazırlamak için mesai yapıyor.

UNESCO'nun Somut Olmayan Dünya Kültürel Miras Listesi'nde yer alan mesir macununun tanıtıldığı Manisa Mesir Macunu Festivali, 14-19 Nisan arasında yapılacak. Manisalı 15 kadın, Sultan Camii'nin kubbe ve minarelerinden saçılacak 7 ton mesir macunu hazırlıyor. Manisa'yı, Mesiri Tanıtma ve Turizm Derneği'nin Şehzadeler ilçesindeki atölyede hazırlanan mesir macunları, tek tek işlendikten sonra kağıtlara sarılıyor. 5 asırlık geleneği sürdüren kadınlar, şifa saçan macunları geleneksel yöntemlerle yapıp, saçıma hazır hale getiriyor.

BAZI PROGRAMLAR İPTAL
Dernek Başkanı Ufuk Tanık, festivalin nisan ayında düzenleneceğini belirterek, "Hepimizin bildiği üzere dünyada ve ülkemizdeki gelişmelerden sonra programımızın şekli değişti. 'Koronavirüs' nedeniyle festivalimizin uluslararası boyutunu bu sene iptal ettik. Aynı zamanda İdlib operasyonunda şehit haberlerimiz geldi. Bu kapsamda halk konserlerimizi ve eğlence programlarımızı durdurduk. 21 Mart'ta temsili karma törenini kutlayacağız. 19 Nisan günü de saçım törenini gerçekleştireceğiz. Mesir Festivali Manisa için çok güzel bir tanıtım oluyor. Mesir macunu sarım, hazırlık işlemlerimiz tüm hızıyla devam ediyor" dedi.

7 YILDIR MESİR MACUNU YAPIYOR
Saçım gününe kadar günde 8 saatlik çalışmayla 7 ton mesiri üreteceklerini ifade eden kadınlar da çalışmaktan mutlu olduklarını dile getirdi. 7 yıldır mesir macunu yapan evli ve 2 çocuk annesi Selda Kayan (42), şeker ve suyu kaynattıktan sonra macunu 1 gün dinlendirdiklerini, ardından macunun 41 çeşit baharatla buluştuğunu anlattı. Kayan, "Mesir macunları tek tek kesilip ardından paketlenmesi için bizim önümüze geliyor. Şifalı mesir macunlarını 6 renkteki kağıtlarla sarıyoruz. Ardından çuvallarımıza doldurup saçıma hazır hale getiriyoruz" diye konuştu.

MESİR MACUNUNUN TARİHÇESİ
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan Manisa'da bir ara hastalanır. Hastalığına çare bulunamayan Sultan'ın yaptırdığı Sultan Camii Medresesi'nin başına getirilen Merkez Efendi, bitki ve baharatların karışımından oluşan bir macun hazırlar. 41 çeşit baharat karıştırılarak hazırlanan bu macunu yiyerek sağlığına kavuşan Hafsa Sultan, hastalara bu macunun verilmesini ister. Halktan gelen isteğin artması üzerine, kağıtlara sardırılan macunun kendi yaptırdığı Sultan Camisi'nin kubbe ve minarelerinde halka saçılmasını buyurur. Halk her yıl, 21 Mart'ta Sultan Camii'nin önünde kendiliğinden toplanır ve böylece Manisa Mesir Şenlikleri doğmuş olur. 1539'dan bu yana on binlerce insan Sultan Camii etrafında toplanır, doğanın uyanışının, baharın gelişinin, bereket ve bolluğun başlangıcını, sevincini yaşar.

MESİR MACUNUNUN ÖZELLİKLERİ
Mesir macununun genel özellikleri, hoş lezzeti ve kokusudur. Diğer özellikleri arasında ağrılara, sancılara, soğuk algınlıklarına, hazımsızlıklara, iştahsızlığa ve ağız kokusuna karşı kullanılır. İnanışa göre macundan yiyen kimseyi bir yıl boyunca zehirli hayvanlar sokmaz. Macunu yiyen gelinlik kızlar o yıl içinde evlenir. Çocuğu olmayanların mesir macunundan yerse çocukları olur.

41 ÇEŞİT BAHARAT VAR
Mesir macununun içerisinde şu baharatlar yer alıyor: Tarçın, karabiber, yeni bahar, karanfil, çöre otu, hardal tohumu, anason, kişniş, zencefil, tarçın çiçeği, zerdeçal, Hindistan cevizi, rezene, kebabiye, sinameki, sarı halile, vanilya, darıfülfül, kakule, havlıcan, zulumba, hıyarşembe, safran, iksir, kimyon, galanga, çam sakızı, mirsafi, meyan balı, şamlı şaşlı, limon kabuğu, kremtartar, zağfiran, udülkahır, çöpçini, eskir, tiryak, ravend, limon tuzu, tekemersini tohumu ve günbalı.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
- Mesir Macununun hazırlanmasından detaylar
- Manisa'yı, Mesiri Tanıtma ve Turizm Derneği Başkanı Ufuk Tanık röp.
- Mesir Macunu hazırlanmasında çalışan işçi Selda Kayan röp.
- Genel ve Detay görüntüler
Haber- Kamera: Cemil SEVAL / MANİSA, ()

=========================

Stratonikeia Antik Kenti, yeni 'taş hastanesi'ne kavuşuyor
 
MUĞLA'nın Yatağan ilçesindeki Stratonikeia Antik Kenti'nde, kazılarda çıkarılan tahrip olmuş taş eserler için daha önce çadır altında kurulan 'taş hastanesi' için bina yapılıyor.

Yatağan ilçesine bağlı Eskihisar Mahallesi'ndeki 3 bin yıllık Stratonikeia Antik Kenti'nde kazı ve kurtarma çalışmaları yürütülüyor. Bunun yanı sıra kentte Anadolu, Selçuklu ve Osmanlı devletleri dönemlerine ait 'Selçuklu Hamamı', 'Şaban Ağa Camii' ve 'Bılla Evi'ndeki restorasyon çalışmaları sürüyor. Kentteki çalışmalar sırasında karşılaşılan tahrip olmuş taş eserler, aslına uygun şekilde düzenleniyor. Bugüne kadar kazı başkanlığı binası bahçesinde kurulan çadırın altında hizmet veren 'taş hastanesi' için bina yapımına karar verildi. Güney Ege Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle, Yatağan Kaymakamlığı başkanlığında, Stratonikeia Antik Kenti ve Lagina Kutsal Alanı'nda hayata geçirilen yaklaşık 2,5 milyon liralık projeyle, tarihi eserler için restorasyon binası olacak. 160 metrekare kapalı alan üzerine inşa edilecek binanın tek katlı olacağı belirtildi.

NİSAN AYINDA TAMAMLANMASI BEKLENİYOR
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Bilal Söğüt, Helenistik dönemden bugüne kesintisiz yaşamın sürdüğü kentteki mimari taş eserleri, kazı çalışmalarının ardından taş hastanesine getirdiklerini ve zarar gören kısımlarını sağlamlaştırdıklarını söyledi. İnşa edilecek binada, zarar gören sütunları ayağa kaldıracak büyük bir vincin olacağının da altını çizen Söğüt, "Yaklaşık 160 metrekare alan üzerine çelik konstrüksiyon iskeletli temelsiz gerçekleştirilen inşaat çalışmamız son sürat devam ediyor. Buranın ihalesi 2019 yılının sonunda gerçekleştirilmişti. Nisan ayında çalışmanın tamamlanarak bize teslim edilmesi planlanıyor" dedi.
Yatağan Kaymakamı Hayrettin Çiçek ise "Bu çalışma, geçtiğimiz sene finansmanını sağladığımız, yaklaşık 2.5 milyon lira değerindeki projemizin bir ayağıdır. Burası, eser deposu ve restorasyon atölyesi yapımı işi sürüyor. Şu an çalışmalar devam etmekte, inşallah önümüzdeki günlerde tamamlanacak. Bunun yanı sıra Lagina Kutsal Alanı'nda da çalışmalar söz konusu" diye konuştu.
Taş hastanesinin tamamlanmasıyla Stratonikeia'da daha verimli çalışmalar gerçekleşeceğinin altını çizen Çiçek, "Burada çelik konstrüksiyon üzerine inşallah binamızı bitireceğiz. Müteahhitten aldığımız bilgilere göre, çok az bir kısmı kaldı. İnşallah önümüzdeki günlerde tamamlanmış olacak. Bu sayede kazılardan çıkan eserlerimizin tamirat işleri ve temizliği bu atölyede gerçekleştirilecek. Bu sayede çok fazla eserin onarım vesaire işleri gerçekleştirilmiş olacak" dedi.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
- Stratonikeia Antik Kenti genel görüntüleri.
- Taş hastanesi inşaatından görüntüler.
- Hayrettin Çiçek'in açıklaması.

(Haber- Kamera: Burak Alper KUŞ / YATAĞAN (Muğla), ()

==================================

Prof. Dr. Tayar: Virüslerin yaşayabilmesi için canlı hücrelere ihtiyaç var
 
BURSA Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, koronavirüsün, öksürme, hapşırma gibi yolarla önce ellere, daha sonra da para, cep telefonu gibi nesnelerle kişiden kişiye bulaştığını belirterek, "Bu kişi elini ağzına götürdüyse, bulaştırdıysa, toplu taşıma aracındaysa bu virüsü almamız çok kolay. Virüsün bulaşma yolu, gıdalar veya Çin'den gelen kargolar değil. Virüslerin yaşayabilmesi için canlı hücrelere ihtiyaç var. Konuşulan biyolojik silah söylemlerini dikkate almadan yapacağımız şey; suya ve sabuna dokunmak" dedi.

Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının görülmesi üzerine birçok uzman korunma yöntemleri ve alınması gereken önlemler konusunda açıklamalarda bulundu. Koronavirüs hakkında özellikle sosyal medyada yer alan birçok paylaşımın bilgi kirliği yarattığına dikkati çeken Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, algı operasyonlarına itibar edilmemesi gerektiğini söyledi. Koronavirüsten korunmanın en kolay yolunun sık aralıklarla ellerin bol sabunlu suyla en az 28 saniye yıkanması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Tayar, sosyal medyada dolaşan ' Elma sirkesi, sarımsak, kelle paça çorbası' gibi besinler tüketilerek virüsten korunmanın mümkün olmadığı uyarısını yaptı.

'KORONANIN TERCİH ETTİĞİ YÖNTEM SOLUNUM HÜCRELERİ'
Virüsün kişiden kişiye nasıl bulaştığını sanal mikropla uygulamalı olarak gösteren Prof. Dr. Tayar, "Virüs dediğimiz çok küçük mikroskobik canlılar, çok basit organizmalar ve bunların yaşayabilmesi için canlı bir hücreye girmesi gerekiyor. Koronavirüs ailesi insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da uzun yıllar gördüğümüz bir virüs, fakat koronanın son versiyonu yeni bir versiyon. Çünkü sık sık değişme özelliğine sahip olan bu canlıların yaşayabilmesi için canlı hücrelere girmesi gerekiyor. Koronanın tercih ettiği yol da solunum yolu hücreleri. Buraya yerleşip hücrelerin yapısını bozduğu zaman vücut bunu atmaya çalışıyor. Atarken de öksürüğü kullanıyor. Öksüren kişinin ortalama çıkış hızına bakarak 40 metreye kadar bunu havaya asabilir veya havada damlacık olarak da kalabilir. Bu kişi elini ağzına götürdüyse, bulaştırdıysa, toplu taşıma aracındaysa bu virüsü almamız çok kolay. Virüsün bulaşma yolu, gıdalar veya Çin'den gelen kargolar değil. Virüslerin yaşayabilmesi için canlı hücrelere ihtiyaç var. O yüzden kıyafetinize bulaşan bir virüs, ertesi sabah kaybolacaktır. Yapacağımız en basit kural, ellerini yıkarken el fırçası edinirlerse olay çözülmüş olur" dedi.

'KORONAVİRÜS BİRAZ MEDYATİK BİR VİRÜS OLDU'
Koronavirüsün korkulacak bir virüs olmadığını söyleyen Prof. Dr. Tayar, "Korona bir anda korkulu rüyamız haline geldi. Şu anda dünyada birçok bulaşıcı hastalıktan hayatını kaybeden insan var. Fakat koronavirüs biraz medyatik bir virüs oldu. Biz kurallara uygun el yıkasak, el yıkamayı kurallara uygun uygulasak zaten koronanın çok da korkulacak bir hastalık olmadığını, benzer virüsler gibi bir hastalık olduğunu göreceğiz" dedi.

'YAPACAĞIMIZ ŞEY ÇOK BASİT: SUYA VE SABUNA DOKUNMAK'
Prof. Dr. Tayar, kamuoyunda birçok biyolojik silah söylemlerinden bahsedildiğini belirterek, "Bunları dikkate almadan yapacağımız şey çok basit; suya ve sabuna dokunmak. Suya ve sabuna dokunurken de sadece dokunup geçmeden, en az 14 saniye köpürtelim, 14 saniye de parmak araları ve tırnak uçlarını yıkayalım. Biz el yıkamayı bilmiyoruz. El yıkamayı bilmeyince de koronavirüse karşı en açık grubuz. O yüzden ellerin nasıl yıkandığını öğrenmemiz gerekiyor. Çocuklar bu konuda çok donanımlılar" ifadelerini kullandı.

'HİÇBİR GIDANIN KORONAVİRÜSE KARŞI BİR ETKİSİ YOK'
Sosyal medyada bazı gıdaların koronavirüs bulaşmasını engellediği yönündeki eleştirilere cevap veren Tayar, "Bu tip problemler çıkınca herkes kendini konuşmak zorunda hissediyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Elma sirkesi, sarımsak, kelle paça çorbası gibi alternatifler üretiliyor. Hiç bir ilaç, hiç bir gıda, kelle paça da buna dahil, koronavirüse karşı bir etkisi yok. Ama insanlar dengeli besleniyorsa, günlük protein ihtiyacını karşılıyorsa, vücudun viral etkene karşı savunma mekanizması daha güçlü olacak" diye konuştu.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
-Kalabalık ortamlardan detaylar
-El yıkama detayları
-Sanal mikrobun paraya bulaşmasından detaylar
-Genel detaylar
-Anons

-Haber: Semih ŞAHİN -Kamera: Huzeyfe ÖZDEMİR /BURSA,()

=========================================

İstiklal Marşı'nın kabulünün 99'uncu yıl dönümünde özel koreografi

MERSİN’de 500 öğrenci, İstiklal Marşı'nın kabulünün 99'uncu yılı ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü etkinlikleri kapsamında farkındalık yaratmak için özel bir koreografi hazırladı.

Mersin'in merkez Akdeniz ilçesinde, kentin en köklü eğitim kurumu olan Tevfik Sırrı Gür Anadolu Lisesi, beden eğitimi öğretmenleri Osman Bayram, Tarkan Ulubaba ve müzik öğretmeni Eda Tekindağ, İstiklal Marşı'nın kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u anma günü etkinlikleri kapsamında farklı bir projeye imza attı. Yaklaşık 15 gün süren çalışma kapsamında 500 öğrenci ile ilginç bir koreografi gerçekleştirildi. Çalışma kapsamında öğrenciler '99’uncu Yıl' yazısını bedenleri ile oluştururken bazı öğrenciler de Atatürk posteri ve Türk bayrağı açtı. Ortaya çıkan muhteşem koreografi ise havadan görüntülendi.

Müzik Öğretmeni Eda Tekindağ, "Bu projeyi hayata geçirmemizdeki en büyük neden Tevfik Sırrı Gür Anadolu Lisesi öğrencilerinin farkındalık sahibi olmasıydı. İstiklal Marşımızın kabulü için öncelikle milli birlik ve beraberliğimizin en güzel simgesi olan bu güzel duyguyu da öğrencilerimizle yaşatmak istedik" dedi.

'2 HAFTA ÇALIŞTIK'
Beden Eğitimi Öğretmeni Tarkan Ulubaba ise projeyi 500 öğrenci ile hayata geçirdiklerini ifade ederek, "Bu çalışmayı öğrencilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımızla birlikte 2 haftada yaptık. Bizde bayrağımıza ve İstiklal Marşı'na saygı çerçevesinde öğrencilerimizle çalışmalarımızı zevkle ve keyifle yaptık" diye konuştu.
Beden Eğitimi Osman Bayram da, kentin en eski okullarından biri olduklarını kaydederek, "Kentimizin en köklü eğitim kurumlarından biri olan Tevfik Sırrı Gür Anadolu Lisesi olarak İstiklal Marşımızın kabulünün 99’uncu yılında 99’uncu yıl yazısını yaklaşık 500 öğrencimizle hazırladık. Bu çalışmada emeği geçen öğrenci ve öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim" ifadesini kullandı.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
- İstiklal Marşı yazısınını açılması
- Öğrencilerin koşarak gelmesi
- 99’ncu yıl yazısını oluşturmaları
- Türk bayrağı ve Atatürk posterinin açılması
- Koreografiden genel ve detay görüntü
- Müzik Öğretmeni Eda Tekindağ ile röp
- Beden Eğitimi Öğretmeni Tarkan Ulubaba ile röp
- Beden Eğitimi Öğretmeni Osman Bayram ile röp

Haber-Kamera: Mustafa ERCAN / MERSİN,()
======================================

Ürdünlü çocuğa tokat davasında sanığa verilen cezayı az buldular
 
MERSİN'de, bir sitede çıkan tartışmada Ürdünlü çocuk A.T.O.A.K.'ya (5) tokat atan Nadir Kızılbulut’a verilen 2 yıl 5 günlük cezayı yetersiz bulduklarını belirten mağdur ailenin avukatı Hibe Gökalp, üst mahkemeye itirazda bulunacaklarını söyledi. Mağdur çocuğun babası Trad A. da, "Karara itiraz edeceğiz, Türk adaletine güveniyorum" dedi.

Geçen yıl 5 Ekim'de, Mezitli ilçesindeki sitede meydana gelen olayda, Ürdünlü ailenin çocukları ile diğer çocuklar arasında tartışma çıktı. Tartışmaya aileler de dahil oldu. Bu sırada apartman toplantısından çıkarak, kalabalığa doğru gelen Nadir Kızılbulut, Ürdünlü A.T.O.A.K. adlı çocuğa tokat attı. Çocuk tokadın şiddetiyle yere düşerken, ailelerin tartışması kavgaya dönüştü. İhbar üzerine olay yerine polis ekipleri sevk edildi. Polis, kavgaya müdahale ederek, tarafları ayırdı. Kızılbulut'un küçük çocuğa tokat attığı anlar ise site sakinlerince cep telefonu kamerasıyla kaydedildi. Nadir Kızılbulut, Ürdünlü çocuğa tokat atıp, babası ve ablasını darbettiği, evlerinin camını kırdığı iddiasıyla gözaltına alındı. Emniyetteki işlemleri sonrası adliyeye sevk edilen Kızılbulut, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Hakkında 'Nitelikli yaralama', 'Tehdit', 'Çocuğa karşı yaralama' ve 'Mala zarar verme’ suçlarından 8 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Kızılbulut, 40 gün sonra, 13 Aralık 2019'da görülen ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

2 YIL 5 GÜN CEZA ALDI
21'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşmasına tutuksuz sanık Nadir Kızılbulut ve mağdur Ürdünlü aile katılmadı. Avukatları son kez dinleyen mahkeme başkanı, Nadir Kızılbulut hakkında kararı açıkladı. Kızılbulut, 5 yaşındaki çocuğa tokat atmaktan 7 ay 15 gün, baba Trad'a yönelik eyleminden dolayı 3 ay 10 gün, mala zarar vermekten 5 ay ve ölümle tehdit suçundan 8 ay 10 gün olmak üzere 2 yıl 5 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme sanık hakkında 'hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına' karar verdi.

BABA TRAD: CEZA YETERSİZ
Mahkemenin kararını değerlendiren mağdur çocuğun babası Trad A., sanığa verilen cezanın yetersiz olduğunu söyledi. Baba Trad, "Olay günü dışarıdaydım. Evdekiler telefon edip bir kişinin oğluma tokat attığını söylediler. Ardından videoyu gönderdiler. Bunun üzerine siteye geldim. Olayı anlamak için sanığın yanına gittiğimde bana da vurdu. Kendisinden şikayetçi olduk. Mahkemenin verdiği cezayı yeterli bulmuyorum. Karara itiraz edeceğiz, Türk adaletine güveniyorum" dedi.

ÜST MAHKEMEYE İTİRAZ EDECEĞİZ
Ürdünlü ailenin avukatı Hibe Gökalp ise, "Yaşanan üzücü olayla ilgili karar verildi. Mahkeme 5 yaşındaki çocuğa yönelik şiddet eylemine ceza verirken, 15 yaşındaki ablasına yönelik eyleme bir ödül gibi beraat verdi. Bu olay çocuklarına yönelik bir şiddet olayı iken verilen cezanın hakkaniyete uygun olmadığını düşünüyoruz. Davanın takipçisi olacağız ve üst mahkemeye itiraz haklarımızı kullanacağız" ifadesini kullandı.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
- Olayın yaşandığı anın görüntüsü
- Baba Trad A. ile röp (avukat Hibe Gökalp tercüme etti)
- Avukat Hibe Gökalp ile röp.

Haber-Kamera: Mustafa ERCAN - Soner AYDIN / MERSİN,()
======================================

Adana'da dana kellesine yoğun ilgi
 
ADANA'da, dana kelleye ve pöçe (kuyruk sokumu) talep arttı. Kırmız et fiyatlarının yükselmesinin ardından dana kelle ve pöçün kilogram fiyatı 16 TL'den 25 TL'ye yükseldi.

Sakatat türlerinin yoğun olarak tüketildiği Adana’da, kırmızı et fiyatlarının yükselmesinin ardından dana kelle ve pöçün kilogram fiyatı ise 16 TL'den 25 TL'ye yükseldi. Kırmızı ete göre fiyatlarının düşük olmasından dolayı Adanalıların kelle ve pöç etine yöneldiğini söyleyen kasap İzzettin Erkek (35), dana kellesinden kırmızı et, beyin, dil ve yanak olarak 4 kalem et çıktığını belirtti. Kelle etinin bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ve virüslere karşı koruma sağladığını dile getiren Erkek, "Paça olsun, beyin olsun hastalıklara birebir. Fiyatlar arttı çünkü yemin fiyatı arttı. Artık dışarıdan mal da gelmiyor" dedi.

PÖÇ ETİ ÖN PLANA ÇIKTI
Dananın kuyruk sokumu bölgesi olan pöç bölümünün etinin çokça tercih edildiğini söyleyen Kadir Çelik (30) ise fiyatı kırmızı ete göre düşük olduğu için pöç etinin ön plana çıktığını kaydetti. Pöç etinin çok lezzetli olduğunu ifade eden Çelik, "Sulu yemeklerin vazgeçilmezi oldu. Özellikle güveç ve haşlamada çok güzel oluyor. Fiyatı 16 liradan 25 liraya çıktı. Kırmızı ete göre çok daha uygun. İnsanlar da bundan dolayı tercih ediyor. Hem fiyatı düşük hem de lezzeti güzel. Tıpkı şırdan gibi her hayvanda bir tane bulunur" diye konuştu.

SATIŞLAR ARTTI
Koronavirüs vakasının duyulmasıyla satışlarda artışlar olduğunu söyleyen Kasap Rıdvan Ökmen de, "Canan Karatay hocamızın da önerdiği gibi başta kelle ve paça olmak üzere sakatat, koronavirüs salgınına karşı alınabilecek önlemlerin başında geliyor. Kelle ve paça tüm hastalıklara birebirdir. Bunları tüketenin evine de vücuduna da virüs girmez. İnsanlar artık araştırıp, faydalı olduğunu öğreniyor. Havaların sıcak olmasına rağmen sakatat satışları arttı" dedi.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
- Muhabiri Can Çelik'in dana kellesi ile ilgili anonsu
- Dana kellesinden detay
- Kasap İzzettin Erkek ile röp.
- İzzettin Erkek'in dana kellesi kesmesi
- Muhabiri Can Çelik'in pöçük ile ilgili anonsu
- Pöçükten detaylar
- Kasap Kadir Çelik ile röp.
- Kadir Çelik'in pöçüğü göstermesi ve kesmesi
- Kasap Rıdvan Ökmen ile röp.
- Kasaplar Çarşısı'ndan görüntüler
- Genel ve detaylar

Haber-Kamera: Can ÇELİK-Nuri PİR-Anıl ATAR /ADANA,()

========================================

Maske üreticisi: Maskelerin filtre bölümü hayati önem taşıyor
 
ADANA’da tek kullanımlık sağlık malzemeleri üretip satan firmanın sahibi Himmet Akız, koronavirüsün dünya genelinde yayılmasının ardından hem yurt içi, hem yurt dışı maske satışlarının misliyle arttığını söyledi. Akiz, maskenin filtre bölümünün hayati önem taşıdığını ve alınan filtrelerin yüzde 98 bakteri önler raporlu olması gerektiği uyarısı yaptı. 

Dünya genelinde birçok ülkede ölümlere sebep olan koronavirüsün Türkiye’de görülmesinin ardından insanların özellikle maske almaya yöneldiğini belirten sağlık ürünleri üreten firmanın sahibi Himmet Akiz, maske satışlarının misliyle arttığını ve artık siparişleri geri çevirdiklerini dile getirdi. Taleplerin dünya genelinde çok arttığını, eczanelerin ve medikallerin maske temin etmekte zorlanmalarının normal olduğunu vurgulayan Akiz, “Durum bu olunca fırsatçılar piyasaya çıktı. Bizden normal fiyata aldıkları maskeleri fahiş rakamlardan satmaya kalkanlar var. Bunun sonucunda maske üreticileri fiyatları arttırmış diye bir algı oluşuyorö dedi.

HER MASKE VİRÜSTEN KORUMAZ
Piyasadaki her maskenin virüsten korumayacağını ve gereken malzemelerin iyi kalitede üretim ağında kullanılmasının önemli olduğunu vurgulayan Akiz, maskenin filtre bölümünün hayati önem taşıdığını ve alınan filtrelerin yüzde 98 bakteri önler raporlu olması gerektiğini söyledi. Filtresiz maskelerin satın alınmasının virüsten korumayacağını kaydeden Akiz, şöyle konuştu:
"Maske hijyenik ortamda ve kaliteli üretilmelidir. Avrupa ülkelerinin çoğuna maske bizden gidiyor. İtalya ve Çin son durumlardan dolayı siparişleri arttırdı. Çekya'dan müşterilerimiz geldi, görüşmeler yapıyoruz. Tabi iç piyasaya öncelik tanıyoruz çünkü halkımızın mağdur olmasını istemiyoruz. Üretim kapasitemizi son seviyeye çıkardık."

DEPOLARDA MASKE BULAMIYORUZ
Koronavirüsün yayılmasının ardından maske satışlarının arttığını, depolarda maske bulmakta zorlandıklarını söyleyen Eczacı Emine Berat Demirci, buldukları maskelerin de yüksek fiyatlara satıldığını söyledi. Koronavirüsten önce 3-5 liraya satılan maskelerin 10 liraya kadar yükseldiğini kaydeden Demirci, "Bizler 10 liraya satıyoruz ama 20 liraya satan fırsatçılar da var. Her şeye rağmen insanları geri çevirmemek adına maske temin etmek için mücadele ediyoruz. Bunun yanı sıra bağışıklık güçlendiriciler ve dezenfektanlara da ilgi arttıö diye konuştu.
Türkiye'deki ilk koronavirüs vakasını duyunca maske almaya karar verdiğini ve 2 maske satın aldığını söyleyen Erkan Şahin (36) ise herkesin maske kullanıp, önlem alması gerektiğini belirtti.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
- Maske üretiminden genel ve detay görüntüler
- Maske üreticisi Himmet Akız ile röp.
- Üretim sorumlusunun doğru maske kullanımını göstermesi
- Bir görevli kadına maske takması
- Eczacı Emine Berat Demirci ile röp.
- Bir vatandaşın eczaneden maske alması
- Maske alan vatandaş ile röp.
- Maskeyi takması

Haber: Can ÇELİK -Kamera: Anıl ATAR /ADANA,()

===============================

Dr. Akkuş: Van Gölü sırlarla dolu, dalış turizmine kazandırılmalı

VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş, Van Gölü’nün, 600 bin yıl boyunca değişim süreci yaşadığını belirterek, “Van Gölü'nün yükselip alçaldığı dönem içinde insanlar şu an göl tabanı olan yerlerde yerleşim yerleri kurup, burada yaşadılar. Van Gölü'nün altında geçmiş uygarlıklara ait birçok sırlar ve izler var ve turizme kazandırılmalı" dedi.

Çeşitli uygarlıklara ve medeniyetlere başkentlik yapmış Van'da birçok uygarlığın izlerine rastlamak mümkün. Dünyanın en büyük sodalı, Türkiye'nin de en büyük gölü olma özelliğini taşıyan Van Gölü'nde bilim insanları araştırmalarını sürdürüyor. 600 bin yıl yaşında olan Van Gölü, uzun yıllar içinde kimi zaman alçaldı kimi zaman yükseldi. Suyun alçaldığı ve şu an göl tabanı olan bazı yerler binlerce yıl önce yerleşim yeri olarak kullanıldı. Van Gölü'ndeki bu değişim ise şu an içindeki sırları barındırıyor. Dünyanın en büyük mikrobiyalitlerinin tespit edildiği Van Gölü'nde, 2017 yılında Urartular dönemine ait 3 bin yıllık kale de tespit edildi. Büyük heyecan uyandıran bu görüntüler, dalış severlerin ilgisini uyandırdı.

'VAN GÖLÜ'NDE GEÇMİŞ UYGARLIKLARIN İZLERİ VAR'
Van'da yaşayan birçok uygarlığın, çok büyük olması nedeniyle 'Yukarı deniz' diye tabir ettiği Van Gölü'nün çok orijinal bir eko sistem olduğunu belirten Van YYÜ Su Ürünleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş, "Van Gölü 600 bin yaşında ve bu süre içinde kimi zaman alçalmış kimi zaman yükselmiş. Çünkü göl kapalı bir eko sistemdir. Yani yağışlarla gelen su, yaz aylarındaki buharlaşmayla beraber gölden uzaklaşıyor. Ve böylece gölün bir su bütçesi oluşuyor. 600 bin yıl boyunca göl değişim süreci yaşadı. Van Gölü'nün yükselip alçaldığı dönem içinde insanlar şu an göl tabanı olan yerlerde yerleşim yerleri kurup, burada yaşadılar. Van Gölü'nün altında geçmiş uygarlıklara ait birçok izler var ve turizme kazandırılmalı" diye konuştu.

'VAN GÖLÜ'NÜN SIRLARINI ARAŞTIRIYORUZ'
Urartular dönemine ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 3 bin yıllık kale, Su Altı Görüntü Yönetmeni Tahsin Ceylan tarafından görüntülendi. Bu görüntüler, bilim insanlarına da önemli bir yol haritası oluşturdu. Van Gölü'nde 10 yıldır çalışmalar yürüttüklerini ve gölün gizemlerini, sırlarını araştırdıklarını anlatan Akkuş, Van Gölü'nün Adilcevaz açıklarında bulunan kalenin de geçmiş uygarlıkların göl seviyesi düşükken burada yapmış olduğu izlerden eserlerden birisi olduğunu söyledi. Akkuş, "2017 yılında Van Gölü'nde bulduğumuz gizemlerden birisi Adilcevaz'da yaşayan dalgıç Cumali Birol'un keşfettiği daha sonra da bizim sualtı görüntüleme cihazlarıyla beraber tespit etmiş olduğumuz Van Gölü'nün altındaki devasa kaledir. Bunu 2017 yılında duyurduk. Aradan geçen süre içerisinde yapmış olduğumuz dalışlara devam ettik. Bu bölge geçmişten bu yana çeşitli büyük uygarlıkların yerleştiği kurulduğu bölgeyi oluşturuyor. Çünkü adeta doğu ile batı arasında bir köprü konumunda. Birçok uygarlık burada büyük eserler bırakmışlar" dedi.

KALENİN KESİN TARİHİ ARAŞTIRILIYOR
Kalenin kesin tarihini sualtı arkeologlarının yapacağı çalışmalarla belirleneceğini anlatan Akkuş, kalenin kimler tarafından kullanıldığı ne amaçla yapıldığının da detaylı bir şekilde araştırıldığını söyledi. Akkuş, "Ama şu anda var olan bir gerçek, Van Gölü'nün altında 3-4 kilometrelik bir alana yayılmış surlarıyla, burçlarıyla, figürlerle, odalarıyla beraber devasa bir kale bulunduğudur. Bu kaleyi buradaki eko turizme kazandırmamız lazım. Tabi öncelikle korumamız, daha sonra da buraya dalgıçları çekmemiz lazım. Çünkü koruyamadığımız her bir eseri kaybetmeye mahkumuz. Türkiye'de dalış sporu ile ilgilenenlere de sesleniyorum. Van Gölü, sırlarla, mucizelerle dolu. Bu sırları keşfetmek istiyorsanız yaz aylarında hepinizi Van Gölü'ne bekliyoruz" diye konuştu.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ:
-------------------------------
- Van YYÜ Su Ürünleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş, Van Gölünün sırlarını anlatması
-Detaylar
-Akkuş ile röportaj
-Van Gölü'nden genel ve detaylar
-Dr. Öğretim üyesi Akkuş ile röportaj
-Van Gölünü seyreden Akkuş
-Van Gölü sahalinde gezen öğrenciler
-Van Gölü'nün suaytında çekilen görüntüleri
-Detaylar

Haber-Kamera: Behçet DALMAZ - Gülay KUYUCU / VAN,()

========================================

'Koronavirüs' salgınından korunmak isteyenler doğal çare arıyor
 
ÇİN'in Vuhan şehrinde ortaya çıkan ve dünyaya yayılan koronavirüs salgınının Türkiye'de görülmesinin ardından, virüsten korunmak isteyen vatandaşlar doğal yöntemleri tercih ediyor. Aktarlar da konu hakkında araştırma yaptıklarını öne sürerek virüse doğal önlem almak isteyenleri, bağışıklık sistemini güçlendirip enfeksiyonlardan koruduğunu söyleyerek ekinezya bitkisine, propolis ve kaya tuzuna yönlendiriyor. Bu ürünlerin tüm virüslere karşı koruyucu olduğunu öne süren ve dükkanlarına bunu belirten yazılar asan aktarlar hazırladıkları paketleri 10 TL'den satışa sunuyor.

Çin'de başlayan ve birçok ülkeye yayılan koronavirüs salgınının ardından virüsten korunmak isteyen vatandaşlar, çareyi doğal ürünlerin satışını yapan aktarlarda buluyor. Türkiye'de ilk koronavirüs vakasının görülmesinin ardından virüse karşı önlem almak isteyenler aktarların yolunu tuttu. Bağışıklık sistemini güçlendirerek enfeksiyonlardan koruduğu söylenen 'ekinezya' bitkisinin yanı sıra propolis ve kaya tuzu satışları da artış gösteriyor. İzmir Tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda bulunan bazı aktarlar, virüse karşı ekinezya bitkisi ve propolis sıvısını vatandaşa önerirken, artan talebe yönelik hazırladıkları paketleri satışa sunuyor. Demlenerek tüketilen ekinezya bitkisinin yaklaşık 20 su bardaklık paketi 10 TL'ye satılırken, propolis sıvısı ise 30 TL'den satılıyor. Kemeraltı Çarşısı'ndaki aktarlardan Fatih Pamukçu, "Koronavirüs çıktıktan sonra tedavi edici özelliği olan bitkilerin hangileri olduğunu araştırdık. Ekinezya bitkisinin ve propolis sıvısının bu virüsten korumaya yönelik oldukça etkili olduğunu öğrendik. Bağışıklık sistemini yükselttikleri için vatandaşlar bu iki ürünü tercih ediyorlar. Ekinezya bitkisi, çay gibi demlenip, sabah akşam birer su bardağı tüketiliyor. Propolis sıvısı ise damla şeklindedir. Her gece yatarken 10 damla içilip yatılması öneriliyor" dedi.

'DÜNYADA YAYILDI, SATIŞLAR ARTTI'
Ekinezya bitkisinin bağışıklık sistemini güçlendirici ve virüs önleyici olarak kullanıldığını belirten Pamukçu, "Ihlamur ve adaçayı ekinezya kadar etkili değildir. Bu bitki koronayı, gribi önlüyor. Koronavirüs'ü dünyada yayılmaya başladığından beri en çok bu iki ürünün satışını yapıyoruz. Ekinezya bitkisinin paketini 10 TL'den, propolisin sıvı damlasını ise 30 TL'den satıyoruz. Ekinezya paketinden yaklaşık 20 su bardağı kadar çay elde edilebiliyor. Bitkilerin düzenli ve mantıklı kullanıldığı zaman iyileştirici özelliği vardır ancak göz kararı kullanılmamalıdır" diye konuştu.

Aktardan ekinezya satın alan vatandaşlardan Süleyman Gökdoğan (23) ise "Bugün aktardan propolis ve ekinezya satın aldım. Koronavirüs salgınından korkuyoruz ve önlemimizi almak istiyoruz. Çok araştırma yaptık. Aktar birkaç ağabeyimize sorduk. Bu karışımın koruduğunu öğrendik ve bugünden itibaren denemeye başlıyorum" dedi.

'KAYATUZUYLA GARGARA YAPIN'
Doğal ürünler hazırlayıp satan aktar ve aynı zamanda ziraat mühendisi Mete Eltepe ise kaya tuzunun tamamen doğal bir ürün olması sebebiyle çok iyi bir dezenfektan olduğunu dile getirdi. Kaya tuzunun maden gibi rafine edilmeden, beyazlaştırılmadan ya da özel bir işleme tabi tutulmadan kullanılabildiğine dikkat çeken Eltepe, çinko, demir ve fosfor gibi 84 tane minerale sahip kaya tuzunun hem temizlikte hem de yemeklerde kullanılabileceğine dikkat çekerek şunları söyledi:

"Koronavirüs'ü önleyecek en iyi tedbirlerden biri ellerimizi sıvı sabunla yıkamak ikincisi ise çay kaşığı kadar tuzla bir bardak suyu karıştırıp gargara yapmaktır. Benim hazırladığım sıvı sabunda zeytinyağı ve kantaron yağının yanı sıra çok iyi dezenfekte olan adaçayı kullanılıyor. Bu eldeki mikrop ve bakterilerin önlenmesini sağlıyor. Çankırı, Iğdır'da çıkarılan kaya tuzu çok iyi bir dezenfektandır. Kaya tuzu bilindiği gibi bakterileri öldürmede ve mikroplarla mücadelede bize destek olur. Öncelikle elinizi sıvı sabunla yıkadıktan sonra güzelce durulayın. Suratınız daha ıslakken az miktar tuzu elinizde ovduktan sonra yüzünüze sürebilirsiniz. Tuzdaki mikrop önleyici özellik sayesinde sıvı sabunla bile temizlenmeyen bir bölgeyi tuz garanti temizler. Tuzun ikinci kullanım alanı boğazda ve üst solunum yolunda oluşabilecek mikrobu önlemek için bir küçük bardak suya çay kaşığının yarısı kadar tuz katın. Karıştırıp gargara yapın. Üst solunum yolu temizlenir. Saf kaya tuzunun kilosu 10 lira. Aynı zamanda yemeklerde çorbada, salatada kullanabilirsiniz. Sağlıklıdır yan etkisi yok. En sağlıklı tuzdur."

'VİRÜS ÖNLEYİCİ PROPOLİS'
Propolisin koronavirüs'ü önleyici özellik taşıdığını anlatan ve dükkanına 'Koronavirüs önleyici propolis gelmiştir' yazısı asan Erol Işıklı da "İnsanlar propolisi tanımıyor. Bizim tavsiyemiz üzerine rağbet görüyor. Vücut sağlığı, bağışıklık sistemi için propolis tüketilmeli. Hastalıklara karşı koruyucu özelliği var. Kış çayları ilgi görüyor. Zencefil ve zerdeçal tavsiye ediliyor. Korunmak için C vitaminine ihtiyaç var. Virüslere karşı propolis öneriyoruz. Kekik suyu ve kekik yağı öneriyoruz" dedi. 

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-Fatih Pamukçu ile röp.
-Süleyman Gökdoğan ile röp.
-Aktardan genel detay görüntüler
-Mete Eltepe ile röp, 
-Erol Işıklı ile röp.
(Haber: Hande NAYMAN-Nevra UÇKAÇ / Kamera: Tekin GÜRBULAK / İZMİR, ()

================================

'Koronavirüs'e karşı ozon terapisi önerisi

TRABZON'da, özel bir hastanede 'koronavirüs' ve 'grip' gibi bulaşıcı hastalıklara karşı koruyucu ozon terapi yöntemi uygulanıyor. Yöntem sayesinde bağışıklıkları güçlendirilen kişilerin, hastalıklara karşı dirençli olmaları sağlanıyor.

Trabzon'da özel bir hastanede 'koronavirüs' ve 'grip' gibi bulaşıcı hastalıklara karşı vücut direncini artırıcı ozon terapi yöntemi uygulanıyor. Terapi ile steril vakumlu cam şişeye alınan kişinin kanı, kapalı sistem içinde el değmeden ozonlanarak aynı damardan geri veriliyor. 15 dakika süren uygulama ile bağışıklıkları güçlendirilen kişilerin, hastalıklara karşı dirençli olmaları sağlanıyor.

Genel Cerrah ve Ozon Terapi Uzmanı İsmail Hakkı Ocak, bağışıklık sistemini güçlendiren ozon terapinin tüm dünyayı etkisi altına alan 'koronavirüs' başta olmak üzere grip gibi bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde çok önemli bir rolü olduğunu söyledi. Ocak, "Yıllardır dünyanın birçok ülkesinde kullanılan ozon tedavisi, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde, kan ve dokuların daha çok oksijenlenmesini sağlayarak hastaya kendisini zinde hissettiriyor. Ozon tedavisi, bağışıklık sistemini güçlendirmesinin yanı sıra, kronik yorgunluk sendromu, romatizmal hastalık ve fibromiyalji, dolaşım bozukluk giderilmesi, bakteriyel, virüs, mantar enfeksiyonları tedavisi antimikrobiyeldir, bel ve boyun fıtıklarında ağrının azaltılması, astım ve alerjiler, zayıflama ve haşimato, diyabet ve insülin direncinin azaltılması, depresyon, kas hastalıkları ve eklem ağrıları gibi hastalıkların da tedavisinde kullanılıyorö diye konuştu.

'BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRMEK ÖNEMLİ'

'Koronavirüs' ve 'grip' gibi bulaşıcı salgınlardan korunmanın ilk kuralının bağışıklığı kuvvetlendirmek olduğunu söyleyen Ocak, "Düzenli beslenme, sıvı alımının artırılması, mümkün olduğunca toplu yaşam alanlarından uzak durmak gibi birçok önlem alınsa da bu önlemler yeterli olmayabiliyor. Özellikle çocuklar, yaşlılar, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar için salgın hastalıklar şiddetli semptomlara neden olabiliyor. Salgınlardan korunmak için bağışıklığı güçlendirmek çok önemli. Bu noktada ozon tedavisi ile oldukça güzel sonuçlar alıyoruz. Ozon tedavisi, kişinin bağışıklık sistemini güçlendirici ve mikrop öldürücü etkileri ile kişinin hastalığa yakalanmasını engelliyor. Tedavi farklı şekillerde uygulanabilirken ozona ait steril vakumlu cam şişeye kişinin kanı alınıp kapalı sistem içinde el değmeden ozonlanıp aynı damardan geri verilmesiyle yapılan bir tedavi. Aynı zamanda ozon vücuda sauna yöntemi ile de verilebiliyor. Bu işlemler bağışıklığı güçlendirip virüse karşı direnç  sağlıyor" dedi.

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-Ozon Tedavisi için kan alım cihazından görüntüler
-Ozon tedavisi için sauna cihazından görüntüler
-Sauna cihazının içerisinde tedaviyi gerçekleştiren ile ilgili görüntüler
- Operatör Doktor İsmail Hakkı Ocak röportaj
-Haber genel ve detay  görüntüleri
Haber-Kamera: Köksal USTAOĞLU TRABZON-