İstiklâl Harbimiz, ölmemek fikrinden doğan soylu millet iradesinin, cepheler boyunca, Peygamber Ocağı Ordumuz tarafından cihan çapında temsil edilmesi hadisesidir…

Milletin evlâdı asker şehit, ordu gazi olmuş… Harp zaferle neticelenmiş… Vatan, ezan ve bayrak kurtulmuş… Millet ölmemiştir…

Dünyanın en sarp asker milleti olarak, bükülmez süngümüzle, ölmemek davasında aldığımız bu neticeyi, yaşayabilmek davamız uğruna vatan toprağında, yazık ki temellendiremedik…

Zira, 23 Nisan 1920’de, tekbirler ve Fatihalarla açtığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş gayesini yaşatamadık, o ruha yabancılaştık… Anadolu’nun esarete ve küfür istilâsına karşı topyekün diriliş hamlesinin mânâsını unuttuk… Allah ve İslâm adına başlayan mücadelemizi, toprağımızın sınırlandırılması sathiliği ile hedeflendirdik… İslâm mülkü olarak toprağımızın kurtarılmasının, Allah’ın emri olduğunu… İslâm’ın, uğrunda ölünerek, toprağın vatanlaşmasını emrettiğini… Vatan olmadan, devletin olamayacağını, istiklâl sahibi devlet olmayınca cuma namazının asla kılınamayacağını ve hür yaşamanın her Müslüman’a farz olduğunu, bunun için İstiklâl Harbine başladığımızı tez unutuverdik…

23 Nisan 1920 günü,kurbanların, tekbirlerin, duaların ve Fatihaların eşliğinde ilân ettiğimiz, millî kararımızı, gayemizi, mânâmızı ve ruh kökümüzü zaferden sonra hafızamızdan kovduk…

İngiliz’e, Fransız’a, İtalyan’a, Bulgar’a, Yunanlıya, Rus’a ve Ermeni’ye karşı yedi cephede harbettiğimizi, Kahramanmaraş’ın Sütçü İmamını, Gaziantep’in Şahinini, Trakya’nın Kesikbaş Mehmet Çavuş’unu, Manisa’nın efesini ve nice destanları beynimizde küllendirdik, tarihimizden süpürdük adeta…

Sanki, harbettiklerimiz, Vahşi Haçlılar değilmiş gibi… Sanki, frengili çizmeleri ile, şehit tacidarların mukaddes toprağını çiğneyen istilacı emperyalistler değilmiş gibi… Sanki savaştıklarımız onlar değilmiş gibi…

Kıyafetimizi, yazımızı, dilimizi, kültürümüzü terk ettik… Lâtin alfabesine koştuk, Hristiyan hukukuna yapıştık, “Allahü Ekber”i, “Tanrı uludur”la değiştirdik… Farabi’lerin, İbni Sina’ların, Mimar Sinan’ların, İbrahim Hakkı’ların, Itri’lerin yerine, Galileo’ları, Newton’ları, Michaelangelo’ları, Beethoven’leri oturtmaya çalıştık…

Doğu Batı sentezini beceremedik… Doğudan kopamadık, Batılı olamadık… Battıkça battık… Ruh ve mânâyı kaybedince, maddeyi inşada muvaffak olamadık…

23 Nisan daha bir asrını dolduramadı ama, 1920’nin ruhuna yeniden kavuşmak azmiyle, eksik ve bozuk yanlarımızı tamir ameliyesi, başımızı epey ağrıtmaya başladı…

Kur’an’la açılan TBMM’de, bizi madde plânında kurtardığı iddiasının sahibi Halk Partisi, bugün aynı meclisin çatısı altında, Müslüman Türk çocuklarının Kur’an’ı ve kendi dinini öğrenmesine karşı çıkıyor…

Lâkin hepsine ve her şeye rağmen 75 milyon, TBMM’nin (23 Nisan 1920) açılış ruhuna sahip olmak seferberliğini başlatmıştır… Doğru yolunda, soylu millet, kervanını dizmeye ve kuruluş ruhunu bulmaya kararlıdır…